Whatsapp Tekstil Kursları Destek Hattı

Senin paran burada geçmez

Haber: HÜLYA AVTAN / Arşivi
Dayanışmanın başköşeye oturduğu ‘Gezi ruhu’ daha önce sık rastlamadığımız takas ekonomisini hayatımıza soktu. Forumlara ev sahipliği yapan parklarda düzenlenen takas şenliklerinde ihtiyaçlarınızı yığınla para dökmeden karşılamak mümkün olduğu gibi, bu sayede kendinize ait eşyalarınızı da başkalarıyla değiştirebilir, paylaşabilir oldunuz. İş bununla kalsa iyi, üstüne bir de yeni insanlarla tanışıp, dostluklar da kurmaya başladınız. E hal böyle olunca “Bunca zaman nasıl aklımıza gelmedi bunu yapmak!” demeden de geçemiyor insan. Çünkü aslında bize çok da yabancı olmayan bu gelenek, çocukluğumuzdan bildiğimiz ve bize hiç de yabancı olmayan bir şeydi...
 
Mantığında ödeşmenin olduğu takas aslında çocukluktan bilinen ve zevkli tarafları da olan bir alışkanlık. Kitaplarınızı, çizgi romanlarınızı, çıkartmalarınızı, oyuncaklarınızı illaki takas etmişsinizdir küçükken. O esnada büyük pazarlıklar dönmüştür, az dil dökmemişsinizdir ama tatlı bir duygudur. Kendi içinde bir ‘racon’u vardır takasın. Adam kandırmak o kadar kolay olmadığı gibi etik de değildir. Bazen ısrarcılık beyhude bir çabadır, kabullenmeniz gerekir. Sonra sonra parayla tanışıldıkça bu alışkanlık terk edilir. Yerini alışveriş kültürüne bırakır ve bir hırstır başlar. İhtiyacınız olsa da alırsınız olmasa da. Alır bir kenara atarsınız, eve gelir “Neden aldım ki ben bunu?” dersiniz. 
Şimdilerde üzerine tonlarca inceleme yapılsa, metinler yazılsa da tüketim çılgınlığı denilen şey önlenemez biçimde büyümeye devam etmekte. Kredi sistemleri, bankacılık vs de eklenince cebinize neyin girip, cebinizden neyin çıktığını anlamak da pek kolay olmuyor. Fakat özellikle Gezi Parkı ve sonrası dönemle beraber geri kazandığımız güzel alışkanlıklarımızdan biri de takas oldu. Eskiden de yok değildi tabii ama böylesi yaygınlaşmamıştı. 
 
Para geçmeyen dev market
‘Para geçmeyen ilk perakende satış mağazası’ başlığıyla 2010’da Merter’de açılan ‘Takas Depo’da inşaat malzemesinden, tekstile pek çok ürün bulmak mümkün. Üstelik bunları para yerine, kullanmadığınız otomobilinizden tutun da ahırınızdaki ata kadar türlü şeylerle değiştirebiliyorsunuz. Aynı şekilde bu senenin mayıs ayında Denizli Kent Konseyi Kadın Meclisi bir takas butiği açmıştı. Aşırı tüketimi önlemek için giysilerini takas edebilecekleri bir dükkân açan kadınlar bu sayede aile ekonomisine katkı sağlamayı amaçladıklarını da söylemişti. 
İstanbul ’un farklı köşelerinde takas yapan butiklere rastlamanız da mümkün artık. Kadıköy Caferağa Mahallesi’nde, Ayten Keskin’in sahibi olduğu ‘Dönüşüm Evi’ mesela. Buraya eskimiş, yıpranmış giysilerinizi getirip, bir-iki ekleme, çıkarma, kesme biçmeyle yepyeni bir giysiye sahip olduğunuz gibi, yanınızda getirdiğiniz giysinizi ya da ayakkabınızı bir başkasıyla takas etme imkânınız da var. Parayla yapılan alışverişten daha naif olan takasta iki tarafın da ihtiyacı olan bir şeyler olduğu için, değerli olan iki şeyden birinin diğerinden daha az ‘para eder’ olması da önemli değil. Piyasa kurallarının değil insani zaruretlerin baskın olduğu bu durum kapitalist tüketim zincirine de bir tür başkaldırı haliyle. 
İhtiyacını AVM’de değil parkta karşıla!
 
 Takasın hem günlük hayata çok daha fazla entegre olması açısından, hem de yaygınlık açısından Gezi Parkı’nın sahip olduğu önem tartışılmaz. Artık her pazar Kadıköy Yoğurtçu Parkı’nda, Beşiktaş Abbasağa Parkı ve Cihangir Parkı’nda takas pazarları kuruluyor. Sadece İstanbul’da değil Ankara , İzmir , Adana’da da farklı değil bu durum. Gündüz saatlerinde parka gidip size küçük gelen, kullanmadığınız ya da değiştirmeyi tercih edeceğiniz neyiniz varsa verip, karşılığında daha çok ihtiyacınız olan başka bir şey alabiliyorsunuz. Paylaşma güdüsünden hareketle yola çıkan bu hareket de kurduğunuz dostluklar ve gelişen hoş muhabbet de işin cilası oluyor. Unuttuğumuz ya da bizim gibi düşünen insanlar var mıdır bilmediğimizden adım atamadığımız takas bu vesileyle tekrar hayatımıza girdiği gibi içimizde de tatlı bir sıcaklık yaratıyor yine. Sırf bunun için bile gitmeye değer demekte sakınca olmasa gerek. Tabii altının çizilmesi gereken bir husus var; ‘çapulcu pazarlarına’ getireceğiniz ürünler arasında mümkünse ‘gerçek kürk’ kıyafetler, çantalar vs. olmasın. Kadıköy-Yoğurtçu Parkı’ndaki takas pazarını organize eden ‘Çapulcu Pazarı Gönüllüleri’nin geçen hafta yazdıkları notu kopyalayıp yapıştıralım: “Çapulcu Pazarı Gönüllüleri’nin hepsi aynı zamanda hayvanseverdir ve aramızda aktivist hayvanseverler de bulunmaktadır. Pazarımıza gönderilen ‘gerçek kürk’ şapka ve çantaları kendimize, insanlığa hakaret olarak alıyoruz ve çok ciddi canımız yanıyor. bizler o ‘şey’lere dokunmak istemiyoruz, derileri yüzülen yavrularımızın acısı sarıyor bedenimizi onlara değince!”
Deli kızın çeyizi tadında...
 
 Bir de bitpazarları var. Bitpazarında dolaşmak define avına çıkmak gibidir desek yeri, her zaman ‘o kadar da’ şanslı olmayabilirsiniz ama eliniz boş dönmeniz de pek mümkün değildir. Nereden neyin çıkacağı hiç belli olmaz. Çocukken heves edip de alamadığınız atari kasetinden, 60’lı yıllardan kalma bir vazoya dek çok geniş bir yelpazeye sahiptir bitpazarları. Dolaşırken çok mantık aramamanız gerekir. Kalın uçlu telefon şarjı da görebilirsiniz, kapı kolu da. Deli kızın çeyizi gibidir. Sırf bu yüzden dolaşması pek eğlencelidir. Bir de bitpazarının dudak uçuklatan fiyatları ve pazarlık payı vardır. 10 liraya bulduğunuz bir kışlık botu, pazarlık etme kabiliyetinize göre 5 liraya dek düşürebilirsiniz. Bu noktada işin acemisiyseniz belli etmemeniz gerekir, pazara kiminle gittiğiniz ve ne kadar yerli gözüktüğünüz de önemli tabi. 
Müdavimleri bir yana son yıllarda başlayan ikinci el merakı ve vintage modasıyla beraber olsa gerek üzerine daha da bir nur yağar oldu bitpazarlarının. Günümüz tüketim çılgınlığına karşı varlığını kale gibi korumakta kararlı bitpazarlarında şehrin ruhunu koklamak için bile dolaşabilirsiniz. Hem kaotik hem büyüleyici hem de ağzınızı açık bırakacak parçalara rastladıkça, buna sohbetler, ‘eski İstanbul’ hikâyeleri de eklenince keyfinizin katlanmaması mümkün değil.
 
Mini park-pazar rehberi
 
2009’dan beri İstanbul’un etkinlik ve yaşam dergisi olarak yayımlanan Zero, kültür-sanat, müzik ve gece yaşamı alanlarında rehberlik edinmeyi amaç edinmiş bir ekip. Kitapçılarda, kafelerde, müzelerde, barlarda ücretsiz olarak bulabileceğiniz dergiyi internetten takip etmeniz de mümkün (http://parklarpazarlar.zeroistanbul.com/ adresinde.) Dergi ağustos sayısını park ve pazarlara ayırmış. Gezi Parkı süreciyle gördük ki halk parkına sahip çıkıyor düşüncesinden yola çıkmış, İstanbul’un oksijen deposu parklara ve tarihi pazarlarına göz atmış. Seçkisini organik pazarlardan, bitpazarlarına geniş tutan Zero, Gezi’nin ardından başlayan forumlarla artık adını daha sık kullanır olduğumuz parkları da semtlerinden bağımsız düşünme gafletine düşmemiş. Modern şehir yaşantısına alternatif seçenekler sunmayı amaç edindikleri bu sayılarında herkesi İstanbul’un tadını bir ‘yavaş şehir’ olarak yaşamaya davet ediyor.
 
Batan geminin malları bunlar! 
 
 
 
Dolapdere bitpazarı: Pek çok giyim eşyasının -gelinlik bile çıkabilir karşınıza- yanı sıra teknolojik parçalara da rastlayabileceğiniz Dolapdere bitpazarı pazar günleri kuruluyor. Burada pazarlık yapabilme gücünüz çok önemli. Nefesinizi harcamaktan ve inat etmekten çekinmeyin. Emin olun sonucunda siz kazanacaksınız!
Feriköy bitpazarı: İstanbul’daki bitpazarlarının en afilisi olan Feriköy bitpazarı koleksiyonerler için ideal. Nadir plaklardan kibrit kutularına, 40’lardan kalma kitaplara dek envai çeşit mal var burada. Gerçekten bir hazine gibi olan pazarda keşfedebileceklerinizin sınırı yok. Her pazar günü kurulan pazar gökdelenlerin orta yerinde birden müzeye girmişsiniz hissi yaratıyor. 
Küçükpazar bitpazarı: Eminönü ve Balat arasına denk gelen pazar maalesef belediyenin izin vermemesi sebebiyle sadece cumartesileri Kepenekçi Sabunhanesi Sokağı’nda kurulabiliyor. Yine de coşkusundan ödün vermeyen pazarda pazarcılar arasındaki ehl-i keyf muhabbetleri de pazarın hüznüne rakip. Kırık dökük, bozuk, parçalanmış pek çok şeye rastlayabileceğiniz pazar, tarihin izlerini üzerinde taşıyor. O başa bela yaşanmışlık duygusunu en çok burada hissediyorsunuz.