Tekstil işçisinin tedirgin bekleyişi

Üzerimize giydiğimiz her şey, çoraptan tişörte, elbiseden eşofmana tüm kıyafetler, upuzun bir tedarik zinciri içinde, pek çok sektörden işçinin elinden geçiyor ve bize ulaşıyor. Bir pamuk tarlasında veya hayvan çiftliğinde başlayan zincir, hammaddelerin üretimi, bunu takiben giysilerin dikimi aşamalarından sonra kıtalar arası yolculuklar yapıyor ve bir mağaza vitrininde son buluyor. Yani mesela o üzerinizdeki montta, en azından tarım, hayvancılık, dokuma, deri ve hazır giyim, taşımacılık ve hizmet sektörlerinde çalışan işçilerin emeği var. Aslında bu saydığımız sektörlerin tamamı, işçi sınıfının güvencesiz katmanları arasında yer alıyor.

Tekstil ve hazır giyim işçilerinin salgın sürecinden nasıl etkilendiğini de anlamaya çalışarak, gelin bu uzun zincirin dikim halkasına bir göz atalım.

Kayıtlara göre tekstil işçilerinin sayısı 1,2 milyon civarı ama en az bir o kadar da kayıtlarda olmayan işçi söz konusu. Kayıt dışının en yoğun olduğu sektörlerden biri tekstil. Sendikalaşma oranları ve örgütlülük düzeyi oldukça düşük. Kuralsızlık, düşük ücretler, ücretlerin geç ödenmesi, baskı ve kötü davranış, çocuk işçilik, çift bordro uygulaması, işçi sağlığı iş güvenliği önlemlerinin hiçe sayılması, kayıtdışı çalışan göçmen işçiler sektörde normal kabul edilen bir tabloyu gösteriyor.

Kontrolsüz fason zinciri

Buna karşın, tekstil sektörünü, kuralsızlığıyla bilinen diğer sektörlerden ayıran önemli bir özellik var. Tekstil, ihracatın önde gelen sektörlerinden biri ve Türkiye pek çok ünlü, yabancı markanın önemli tedarikçilerinden biri olmayı sürdürüyor. Üretimin çocuk işçiler eliyle yapıldığı veya işçilerin çok kötü koşullarda çalıştırıldığına ilişkin basında çıkan haberler, bu ünlü markaların imajını sarsabiliyor. Dolayısıyla markaların ana tedarikçilerinde yoğun denetimler oluyor ve kısmen daha kurallı bir çalışma yaşamı hüküm sürüyor. Ancak üretim ana tedarikçide başlayıp bitmiyor. Ana tedarikçiden birinci halka fasona, oradan diğerine dolaşabiliyor ürünler ve hatta kimi zaman eve iş verme sistemiyle yaşlı bir teyzenin veya küçük bir çocuğun ellerine kadar uzanabiliyor. Marka veya ana tedarikçi bile bu zincir içinde kendi malının nerede olduğunu bilmeyebiliyor. Dolayısıyla kontrolün çok zor olduğu, son derece karmaşık bir üretim sürecinden bahsediyoruz.

Salgına örgütsüz yakalanmak

Tekstil işçisi, Covid-19’a bu kuralsız çalışma ortamında ve son derece örgütsüz biçimde yakalandı. Salgın tekstili, otel, mağaza, lokanta, kafe işçileri kadar çabuk etkilemedi. Etkileri birkaç haftanın ardından görüldü ve atölyeler, fabrikalar birer birer kapanıp, işçileri ücretsiz izne göndermeye başladı.

Ancak diğer pek çok sektörden farklı olarak tekstil ve hazır giyimde, sektörün geneline ilişkin çıkarım yapmak kolay değil. Üretimin sürüp sürmemesi pek çok değişkene bağlı. Üretimin devamı, ihracata ya da iç pazara dönük üretim yapılması, hammaddenin hangi ülkeden tedarik edildiği, hangi markalara çalışıldığı gibi faktörlerden etkileniyor. “Bizim fabrikada her şey yolunda, normal üretim yapıyoruz, sipariş iptali yok” diyen de var, “tüm siparişler iptal edildi, iki aydır kapalı” diyen de…

Bu tabloya bir de ürün çeşidine göre değişen üretim grafiklerinin eklenmesi gerekiyor. Deride yoğun ve durgun aylar farklı, çorapta farklı, spor giyimde farklı. Bu nedenle ekonomik açıdan etkileri de ürün grupları bazında farklılık gösterecek. Covid-19 salgınının koleksiyon dönemine denk geldiği fabrikalar, süreci daha ağır yaşayacak.

Sigortasız işçiler açlığa mahkum edildi

Sektörün önemli bölümünün kayıtdışı çalışması da işçilerin yaşadığı sorunları katmerli hale getiriyor. Ücretsiz izin sürecinde günlük ödenen 39,24 liradan ya da kısa çalışma ödeneğinden yararlanamıyorlar. Gelirden tamamen yoksun hale geldiler.

Tekstil işçileri, diğer pek çok sektördeki arkadaşlarıyla aynı kaygıyı paylaşıyor. Çalıştıkları fabrikalar kapalı olan ve ücretsiz izin kullanmakta olanlar, ne zaman yeniden üretime başlayıp, tam ücret alabileceklerini merak ediyor. Ciddi bir belirsizlik söz konusu. Çalışan yerlerde ise hijyen sorunları yaşanıyor. Hatta ikinci, üçüncü fasona doğru gidildikçe, çok kötü koşullarda, havasız atölyelerde, dip dibe çalıştırılan işçiler çıkıyor karşımıza.

‘Normalleşme’ darbe vuracak

Vakaların azalmaya başlamasıyla birlikte, “bu iş bitti, normale dönelim” havası da esmeye başladı. Örneğin toptancıların bulunduğu İstoç’dan bir işçi, bölgenin bir süredir durgun olduğunu ancak “normalleşme” açıklamalarıyla birlikte yoğunluğun başladığını ifade ediyor. Tekstilin yoğunlaştığı başka bölgelerden de benzer bilgiler geliyor, atölyeler yavaş yavaş açılmaya başlıyor ama bu normalleşme havası, maskesiz, eldivensiz, sosyal mesafe, hijyen kurallarının da hiçe sayılmasına yol açıyor.

Kimi atölyelerde, işçilerden pozitif çıkanlar olmasına rağmen üretim sürüyor. Örneğin Sultangazi’de merdivenaltı  atölyede çalışan bir işçi, ana firmadan çok yoğun iş geldiğini ve bu süreçte atölyedeki işçi sayısının neredeyse üç katına çıktığını anlatıyor. Özellikle tıbbi malzeme, maske, önlük üretmeye başlayanlar, yoğun biçimde çalışmayı sürdürdü.

Dolayısıyla, tekstil işçileri de işçi sınıfının ağırlıklı bölümü gibi kırk katırla kırk satır arasında kalmış durumda. Bir tarafta açlık, ödenemeyen faturalar, limiti dolmuş kredi kartları ve kapıya dayanan ev sahibi var. Diğer tarafta yeterli önlemin alınmadığı atölyelerde salgından etkilenme riski.

haber.sol.org.tr