Whatsapp Tekstil Kursları Destek Hattı

TEKSTİL VE HAZIR GİYİM SEKTÖRÜNDE DEĞER ZİNCİRİ VE EKONOMİK ETKİLERİ

 

TEKSTİL VE HAZIR GİYİM SEKTÖRÜNDE DEĞER ZİNCİRİ VE EKONOMİK ETKİLERİ

DEĞER SİSTEMİ

 Bir firmanın tedarik zinciri, tedarikçilerini, dağıtımcılarını ve müşterilerini de içeren daha geniş bir sistemin parçası olarak görülür. Değer zincirleri serisinden oluşan bu yeni yapıya ise “Değer Sistemi” denir ve yapısal olarak şöyle gösterilir. Halka sadece bir firmanın değer zincirinden değil aynı zamanda diğer değer zincirleri ve aralarındaki ilişkilerden oluşur. Eğer bir firma yüksek derecede dikey bir entegrasyona katılmak veya dahil olmak istiyorsa, kendinden önce ve sonra gelen aktiviteleri iyi koordine etmelidir. Bir firmanın başarısını ve rekabet üstünlüğünü devam ettirebilmesi, sadece onun kendi değer zincirine bağlı değildir, ayna zamanda parçası bulunduğu değer sistemini de yönetebilme ve yönlendirebilme kabiliyetine bağlıdır.

1.1. Değer Zinciri

Firmaların, rekabet avantajı yaratmak amacıyla gerçekleştirdiği faaliyetleri çözümleyebilmek için, değer zinciri

olarak adlandırılan değer yaratan faaliyetleri içeren bir model oluşturmaları yararlı olmaktadır. Micheal Porter işletmelerin büyük kısmında yaygın olan bir dizi faaliyetleri saptamış ve bir model oluşturmuştur. “Değer Zinciri” olarak bilinen bu model aşağıda yer almaktadır.

1.1.1. Değer Zinciri Ana Faaliyetleri

(Primary Activities)

Genel olarak değer zinciri kapsamındaki faaliyetlere bakacak olursak;

1. Girdi Fonksiyonu: Tedarikçilerle olan ilişkileri, Üretim faktörlerinin alımını, depolanmasını ve envanter kontrolü gibi faaliyetleri içerir

2. Operasyonlar: Girdilerin çıktılara dönüştürülmesindeki değer yaratan fiziksel ve kimyasal tüm faaliyetlerdir.

3. Çıktı: Çıktıların biriktirilmesi, depolanması vs. yönelik faaliyetlerdir.

4. Satış ve Pazarlama: Alıcıları ürün ve hizmetler hakkında bilgilendirme, ürün fiyatlandırma, reklam ve satış

kanallarının tespitine ve seçimine yönelik faaliyetlerdir.

5. Müşteri Hizmetleri: Ürün satıldıktan veya müşteriye ulaştıktan sonra, ürün veya hizmetlerin etkin bir biçimde

müşteri çalışmasını sağlaması amacına yönelik, bakım servisleri ve destek üniteleri gibi faaliyetleri içerir.

1.1.2. Değer Zinciri Yan Faaliyetleri

Değer zinciri ana faaliyetleri, bazı yan faaliyetlerle kolaylaştırılır ve desteklenir. Genel olarak 4 kategoride inceleyeceğimiz bu faaliyetler, ilgili endüstri alanına göre daha da detaylandırılabilir.

1. Tedarik: Hammaddenin ve diğer değer yaratan faaliyetlerde kulanılan girdilerin satın alınması fonksiyonudur.

2. Teknolojik Gelişme: Araştırma-Geliştirme, işlem otomasyonları ve değer arttırıcı diğer teknolojik gelişmeleri

içerir.

3. İnsan Kaynakları Yönetimi: İşçilerin işe alımı, eğitimi, işten çıkarılmaları, tazminatlar vs. ile ilgili faaliyetlerdir.

4. Organizasyon Yapısı: Finansal, hukuki ve kalite yönetimi gibi faaliyetleri içerir. Firmaların tatminkar bir karı elde edebilmesi, bu faaliyetleri verimli ve etkili bir şekilde gerçekleştirmelerine bağlıdır. Böylece müşteri, ihtiyacını karşılayacak bu ürüne, içerdiği farklılık ve değerden dolayı, firmanın belirlediği fiyatı kabul edebilir ve ödeyebilir.

Değer zinciri faaliyetlerini optimum düzeyde yerine getirebilen firmalar, oldukça yüksek karlar elde edebilecek

fırsatlara sahip olabilmektedirler. Değer zinciri modeli, rekabet avantajı yakalama ve bu avantajı sürdürmek

için, gerekli araç ve faaliyetlerin analizinin yapılmasında önemli faydalar sağlamaktadır.

* Maliyet Avantajı: Maliyetlerin nerelerden kaynaklandığını araştırma ve ürüne değer katan fonksiyonları inceleme olanağı sağlar.

* Farklılaşma: Firmaları, rakiplerinin çıkarmış olduğu ürünlerden daha kaliteli ve ürüne daha fonksiyonel özellikler

katan faaliyetlere yönlendirir.

1.1.3. Maliyet Avantajı ve Değer Zinciri

Firmalar, maliyet avantajını, ya ürüne katılan her bir değeri düşürerek, ya da değer zincirini yeniden yapılandırarak elde edebilir. Eskiden değer zinciri, değer zinciri adımlarının fiyat analizi olarak tanımlanmaktaydı.

Muhasebe raporlarıyla belirlenen fiyatlar, değer zinciri adımlarının uygun bir şekilde düzenlenmesi gerektiği

konusunda yol göstericidir. Michael Porter değer zinciri içerisinde maliyet oluşturan 10 önemli faktör tanımlamıştır;

 Ölçek ekonomisi

 Bilgi

 Yararlanma kapasitesi

 Faaliyetler arasındaki bağlantı

 Personel arası bağlantı üniteleri

 Dikey entegrasyon

 Endüstriyel faktörler

 Coğrafik yapı

 Firmanın fiyat politikası ve farklılıkları

 Pazara giriş zamanlaması

Bir firma bu faktörleri; daha iyi kontrol ederek, rakiplerine karşı daha iyi fiyat avantajına sahip olabilir. Değer zincirinin yeniden yapılandırılması; yeni üretim sistemlerini, yeni dağıtım kanallarını, yada farklı pazarlama yöntemlerini ifade etmektedir.

1.1.4. Farklılaşma (Farklılık) ve Değer Zinciri

Farklılık, değer zincirinin herhangi bir parçasından kaynaklanabilir. Örneğin girdilerin tedariğindeki teknik değişiklikler, azda olsa rakiplerinin farklılaşması veya dağıtım kanallarının yüksek başarı sağlaması gibi faktörler işletmelerin değer zincirinin farklılaşmasına neden olabilmektedir. Porter, değer zincircinin yapısını etkileyen şu faktörlerini tespit etmiştir;

- Politikalar ve kararlar

- Faaliyetler arası ilişki

- Zamanlama

- Yer, bölge

- İş akışı ilişkileri

- Bilgi

- Entegrasyon

- Kapasite

- Kurumsal faktörler.

Bunların bir çoğu maliyet faktörleri kapsamındadır. Düzenlenip, değiştirilmeleri büyük maliyet oluşturmaktadırlar.

Firmalar değer yaratmak için, değer zincirinin düzenlenmesinde birkaç yöntem kullanabilirler. İşletmeler ileriye dönük olarak talep analizi ve müşteri isteklerini tespit etmeli, geriye dönük olarak da girdi kontrollerini iyi yapmalıdırlar. Bu çalışmalar, yeni işlem teknolojileri oluşturmak ve yeni pazarlama (dağıtım) kanalları sağlamada önemli getiriler sağlayabilir. . Sonunda, firmalar üretim farklılığını sağlayacak, yeni değer zinciri oluşumu ve

düzenlenmesinde, yaratıcılığa ihtiyaç duyarlar. Bu nedenle değer zincirinde etkili faktörler iyi analiz edilmelidir.

1.1.5. Teknoloji ve Değer Zinciri

Teknolojideki iyileştirmeler, değer zincirinin her adımı için, bu adımların değiştirilmesi veya yeniden oluşturulması durumlarında rekabet avantajı sağlaması açısından bir derecede öneme sahiptir. Değer zincirinin ana ve yan faaliyetlerinde değişik teknolojiler kullanılır.

- İşletmeler İçi Lojistik Teknolojileri

1. Taşıma

2. Materyal Kullanımı

3. Materyal Depolama

4. İletişim

5. Test

6. Bilgi Sistemleri

- Operasyon Teknolojileri

1. İşlem

2. Materyal

3. Makine Araçları

4. Materyal Kullanımı

5. Paketleme

6. Kontrol

7. Test

8. Bilgi sistemleri

- Dış Lojistik Teknolojileri

1. Ulaşım

2. Materyal kullanımı

3. Paketleme

4. İletişim

- Satış ve Pazarlama Teknolojileri

1. Medya

2. Audio/Video

3. İletişim

4. Bilgi sistemleri

- Müşteri Hizmetleri

1. Test

2. İletişim

3. Bilgi sistemler

Bu teknolojilerin birçoğu değer zinciri içerisinde kullanılabilmektedir. Örneğin bilgisayar sistemleri her faaliyet içerisinde görülür. Faaliyetleri desteklemek için benzer teknolojiler kullanılır. Ayrıca eğitim teknolojileri, bilgisayar destekli turizm ve yazılımdaki yenilikler, sıklıkla faaliyetleri desteklemekte kullanılır. Bu kapsamda bu teknolojiler, maliyet faktörlerini ve ürün özelliğini etkiler ve böylece rekabet avantajı sağlar.

1.1.6. Değer Zinciri Faaliyetleri Arasındaki Bağlantı

Değer zinciri adımları, birbirinden ayrı düşünülmemelidir. Çünkü, değer zincirinin bir adımı, diğer adımların fiyatını

ve performansını etkiler. Değer zinciri içerisinde, üretim dizaynını değiştirecek ve maliyetleri düşürecek durumlar

göz önünde tutulmalıdır. Örneğin farklı bir üretim sisteminde servis hizmetleri maliyeti artabilir veya azalabilir. Bazen firma bir adımdaki maliyetleri düşürdüğünde, diğer bir adımdaki maliyetlerin düşmesi oldukça sevindiricidir. Örneğin dizayn değişikliği ile üretim maliyetlerin düşmesi ve güven oluşturması, servis maliyetlerini düşürebilir. Bu gibi düzenlemeler ile firmalar potansiyel rekabet avantajı elde edebilir.

1.1.7. İş Birimleri Arasındaki Diyaloglar

İş birimleri arasındaki diyalogun iyi bir şekilde sağlanması, esnekliğin artmasına ve sinerjiye neden olur. Koordinasyon ve esnek olmayan bir yapının ortaya çıkardığı maliyetleri, sinerjinin yararlarını tespit etmede kullanılan stratejilere karar verirken analiz edilmesi fayda sağlar. Ne yazık ki sinerjiyi geliştirmek için yapılan

çalışmalar, farklı iş birimleri arasındaki ilişkilerin beklenenden kısa oluşu ve amacıdan sapmasından dolayı

başarısızlığa uğrayabilmektedir. Bir firma değer zinciri halkalarından birinde ya da bir kaçında uzmanlaşabilir

ve diğer gereksinimlerini dış tedarik yoluyla karşılayabilir, bir firmanın ürüne yönelik ya da hammaddeye yönelik

olarak gerçekleştirdiği faaliyetlerin boyutu, firmanın dikey entegrasyonunun derecesini belirtir.

Şiddetlenen rekabet, hizmet kalitesindeki beklenti artışı, müşteri profilindeki değişim ve artan talep eğilimleri gibi bir takım küresel dinamikler işletmelerin zorunlu olarak ufkunu genişletmektedir. Israrla perspektifini dar tutan işletmeler ise bir gelecek kaygısına düşmemelidirler; çünkü bir gelecekleri olmayacaktır. Dış kaynaklardan yararlanma böyle bir ortamın ürünüdür ve bir yeni ekonomi ön koşulu olarak vizyon sahibi işletmeler için vazgeçilmez bir yönetim stratejisi haline gelmiştir. Dış kaynaklardan yararlanma (outsourcing),

işletmelerin kendilerine rekabet avantajı sağlayan faaliyetlere odaklanmaları ve asıl faaliyet alanlarına girmeyen konularda ise spesifik olarak o konuda uzmanlaşmış firmalardan yararlanmak yolu ile faaliyet göstermelerini öngören bir yönetim stratejisidir. Alanlarında en iyi olmak için rekabet eden işletmelerin başvurdukları bir strateji olan dış kaynaklardan yararlanma uygulamalarında, işletmeler faaliyetlerini sahip oldukları

temel yetenekler ile sınırlamak ve diğer faaliyetleri o konuda kendilerinden daha fazla temel yeteneğe sahip

işletmelere bırakma yolunu tercih etmektedirler. Dış kaynaklardan yararlanma, organizasyon dışındaki işletmeler ile ortaklaşa çalışarak maliyetleri düşürmek, verimliliği ve etkinliği artırmak, müşteri tatmini sağlamak, yeni ilişkiler kurarak ve geliştirerek faaliyette bulunmak ve sonuç olarak asgari ölçüde emek ve maliyet ile azami ölçüde iş yapabilmek olarak da tanımlanabilir. Uygulama imalat sektöründe de hizmet sektöründe de aynı felsefe ile gerçekleştirilebilmektedir, çünkü rekabet sektör ayrımı yapmamaktadır.

Değer zinciri analizi vasıtasıyla, outsourcing kararlarını kolaylaştırmak için iş sistemi açıkça ortaya konur, çalışma

şekli aydınlatılır. Hangi ürün ve faaliyetlerin outsource edileceğine karar vermek, firmanın güçlü ve zayıf yönlerinin

tespit edilmesi, maliyetlerin ve firma kabiliyetlerinin belirlenip ayrılması yapılır. Yöneticiler outsource edilecek ürünün/faaliyetin seçilmesinde aşağıdaki özelliklere yoğunlaşır. Hangi operasyonların daha ucuza yapılabileceğinin

yada tedarikçiler tarafından daha uygun yerine getirileceğinin belirlenmesi. Bir firmanın faaliyetlerinin maliyet avantajı sağlamak ya da ürün farklılaşmasını sağlamak amacında olup olmayacağının belirlenmesi. İşletmenin faaliyetlerini kendi bünyesinde gerçekleştirmesine dikkat edilir. Eğer faaliyet çok hızlı değişen teknolojilere bağlıysa ya da ürün çok hızlı değişen bir pazarda satılıyorsa, esnekliği sürdürmek, ve uzmanlaşılmış ürünlerin yatırım riskinden kurtulmak için işletmenin outsource yapması daha avantajlıdır. Outsource edilen faaliyetlerin firmanın projesinde esnekliği arttırması, envanter sayısını azaltması, zamanın kısalması gibi gelişmeleri, iyileşmeleri netice verip vermemesine dikkat edilir. Tedarikçi değer zinciri – firma değer zinciri – dağıtım değer zinciri – tüketici

değer zinciri şeklinde değer sistemi ifade edilebilir Ürünün değeri sadece firmanın değer zinciri içinde değil değer zincirleri arasındaki ilişkiyle, bağlantıyla da ortaya çıkar. Örneğin bir otomotiv üreticisi, tedarikçisi ile yakın ilişki kurarak, faaliyetlerini ve küçük yatırımların miktarını minimize edebilir. Açıkça ifade edilecek olursa, bir firmanın tasarısı ve ayakta kalabilmesi içinde bulunmuş olduğu değer sistemini ne kadar iyi yönetebiliyorsa o derece başarılıdır. Firmaya rekabette bir avanta sağlayan değer zinciri firma başarısında tek etken değildir. Firma başarısı, firmanın içinde bilindiği değer sisteminden doğrudan etkilenmektedir.

2. TÜRK HAZIR GİYİM SEKTÖRÜNDE DEĞER ZİNCİRİ

Hazır giyim Türkiye’de en geniş Pazar payı olan piyasalardan birisidir. Çok geniş bir kesime hitap eden bu piyasada büyük ve küçük ölçekli pek çok firma üretimde bulunmaktadır. Bu piyasada firmalar birbirlerinin tamamlayıcısı niteliğinde pek çok malları ve mal dizinlerini üretmektedirler. Hazır giyim üretimi projesinde ilk aşamada ürüne bir sitil verilir. Buna dizayntasarım aşaması denir. İkinci aşamada üründe kullanılacak kumaş ve gerekli malzemelerin belirlenmesinden sonra koleksiyon seçimi yapılır. Sonra ürün gelişim aşamasına girer. Ana imalat aşaması gelişim aşamasıdır. Bu aşamada nihai ürünün örneği (prototipi) oluşturulur. İmalat aşamasına geçilir. İmalat aşaması ise kumaşın kesimini dikimini, baskıyı ve bitim işlemlerini kapsar. Hazır giyim endüstrisindeki teknolojik gelişim tekstil endüstrisine göre daha yavaş olmakla birlikte hızlı bir yeniden

yapılanma içerisindedir. Geleneksel üretimin yerini teknolojik araçlar almaktadır. Böylece üretimden doğan kayıplar

en aza indirilir, üretim hızı ve kapasitesi artar. Hazır giyim sanayiinin üretim yapısı emek–yoğun tarzdadır. Gelişmiş ülkelerde iş gücü maliyetlerinin yüksek olması nedeniyle, bu ülkeler insan kaynaklarını teknoloji-yoğun sanayilere kaydırmışlardır. Sanayileşmiş ülkeler, geliştirdikleri teknolojiler ve sermaye güçleriyle yatırımlarını işçilik maliyeti düşük olduğu ülkelere yönlendirmektedirler. Böylelikle, gelişmekte olan ülkelerin

hazır giyimdeki ilerlemeleri yabancı sermaye yatırımları ile hız kazanmaktadır. Moda ve tüketici tercihleri de hazır

giyim endüstrisi talepte belirleyici rol oynamaktadır. Düşük kaliteli günün modasına uygun olmayan, yığın üretimi

yapılan hazır giyim ürünlerinden kalitesi yüksek, daha klasik ve markalı ürünlere talep artmaktadır. Dünya ülkelerinin kalkınma ve büyümelerindeki en belirgin öğelerden birisi imalat sanayi sektöründe sağladıkları

gelişmelerdir. 1960’lı yıllarda başta Avrupa olmak üzere dünyayı saran işçi eylemleri ve 1970’lerin başında petrol bunalımı nedeniyle özellikle tekstil ve hazır giyim sektöründe fason üretime geçilmesine neden olmuştur. En geniş anlamıyla “Fason”; iki endüstriyel firma arasındaki bir değişim ilişkisi olarak tanımlanmaktadır. Fason, ilişkisinde firmalardan birisinin diğerine oranla bir ekonomik üstünlüğe sahip olması koşulu vardır. Fason bağlantısı, sürekli bir

ilişkinin varlığını gerektirir. Tekstil ve hazır giyim ihracatının patlama yaptığı 90’ların başında küçük atölye sayısının da %20’lere varan bir artış gösterdiği göz önüne alınırsa, fason üretime bağlı bir “küçük işyeri”

artışından söz etmek mümkün görünüyor. Buna karşılık yapılan küçük hareketler, küçük işletmelerin ortalama %

40’nın aynı zamanda fason üretimde yaptığını gösteriyor. Bu oran tekstil ve hazır giyim sektöründe %50 ile en

yüksek noktaya ulaşıyor. 1980’li yılların en başlarından itibaren ihracata dayalı bir sanayileşme modelini

benimseyen Türkiye’de, körfez krizi özellikle ihracata bağımlı sektörleri derinden etkilemiştir. Uluslararası alanda

rekabet edebilmek için iş gücü ma liyeti mümkün olduğunca aşağıya çekilmek istenmektedir. Bu da firmaları yeni üretim organizasyonları aramaya diğer taraftan da işçilik maliyetlerini daha aşağı çekmeye ve böylece hiç

olmazsa ucuz maliyetle rekabet gücü yakalamaya olanak veren fason üretim modeline itmektedir. Fason üretimin yaygınlaşmasında işgücünün maliyet kaygısından da fazla talep piyasasının esnek oluşu rol oynamış bulunuyor. Çünkü özellikle bazı sektörlerdeki aşırı talep dalgalamaları firmaların karlı olmayan yatırımlarda bulunmalarını gerektiriyor. Bunu önlemek ancak bu aşamada “fason üretime” yönelebilmekle mümkün olabiliyor. Türkiye ekonomisi 1980 yılından sonra ihracata dayalı bir ekonomi modeli izlemiştir. İhracatımızda ise en büyük payı tekstil sanayiinin alt sanayi grubunu oluşturan hazır giyim sanayinde ise fason üretim ağırlık kazanmıştır.

Buna rağmen kaliteli üretim sanayisinde dış piyasada önemli konuma gelmeyi başarmıştır. Bunun nedenlerini kısaca şöyle özetleyebiliriz.

1) Coğrafi olarak gelişmiş tekstil alım pazarlarına yakınlığı,

2) Moda trendleri konusunda kısa zamanda bilgi sahibi olması,

3) Kurulu üretim tesislerinin hızlı sonuç vermesi ve esnekliklere uygun olması,

4) Hammadde ve yan sanayii kaynaklarına sahip olması,

5) Genç ve nitelikli girişimcilerin varlığı,

6) Nitelikli personel varlığıdır. Türk hazır giyim sanayi geleneksel metotlarla üretimden teknoloji yoğun

üretime, katma değeri düşük mallardan katma değeri yüksek kaliteli mallara yönelmek mecburiyetinde kalmıştır. Çünkü, tüketiciye yakın olan değer zinciri halkasının daha fazla kar elde ettiğini görmekteyiz. Tekstil ve konfeksiyon sektöründe tüketiciye sunulan bir ürünün değer zinciri analizi yapılacak olursa şu aşamalardan geçecektir.

Burada konfeksiyon işletmeleri diğer işletmelere göre daha fazla kar marjı elde edebilir. Bununla ilgili aşağıdaki grafik incelenirse durum daha net görülebilir, Değer zincirinin birincil halkalarında bulunan işletmelerin gelirlerinde farklılık bizzat ortaya çıkıyor. Türk tekstil ve konfeksiyon sektöründe yer alan işletmelerin tüketicilerin duyularını tatmin eden, isteklerine ve gereksinimlerine cevap verebilen ürünler üretme gereği ortaya çıkmıştır. Bu sayede katma değeri yüksek olan ürünlerle ayakta kalınabileceği görülmektedir. Müşteriye, daha fazla fiyatı ödeyebileceği bilgi yoğun, günün modasına uygun ve çok fonksiyonel ürünlerini takdim etmek gerekiyor,

2.1. Hazır Giyimde Değer İçin Tasarım

Katma değeri yüksek ürün üretmek kavramına en yakın sektör olarak hazır giyim sektörü görülmektedir. Gerek sektörün alta yapısı gerekse ihracat alanlarında kazanılan tecrübe, hazır giyim sektörünün bir adım öne çıkmasına

neden oluyor. Üstelik tasarıma ve pazarlamaya en yakın sektöründe hali hazırda hazır giyim sektörü olduğu

görülmektedir. Özellikle Türk tasarımcılarının son yıllarda yakaladıkları başarı grafiği hazır giyim firmalarının ürünlerine de yansımakta ve gerçek değerler katmakta tasarım bilincinin yaygınlaşması ve daha verimli kullanılması gereği artık herkesin üzerinde anlaştığı olgu haline gelmiştir. Türkiye’nin ihraç mallarını daha avantajlı

pazarlanabilmesi için artık herkes tasarımın olmazsa olmaz bir koşul olduğunu kabul etmektedir. Tasarım, insanların gereksinimlerini karşılamayı hedefleyen işlev, görünüm gibi her yönden yüksek düzeyde yenilik

gösterici, yarı karmaşık yarı disiplinli bir olgudur. Tasarlanacak bir üründe öncelikle fonksiyon önemlidir. Ürün

fonksiyonu belirlendikten sonra tasarlama aşaması devreye girer. Tasarlayıcı, tasarım olgusunu yönlendiren bir

takım kriterleri göz önünde bulundurarak hareket eder. Bu kriterleri şöyle sıralayabiliriz.

- İnsanın gelişimindeki her dönem, kendi malzeme ve teknikleri ile karakterize edilir.

- Her dönem, kendi özel düşünme şekilleri ve kendi alışılmış değerler dizisini oluşturur.

- Her başarılı dönem bir önceki dönemin başarıları üzerine kurulmuştur.

- Tasarım süreçlerinin üretim süreçlerinem uydurulması.

- Üretimin estetik değerler göz önüne alınarak sanat bulgularına göre düzenlenmesi gerekir.

3. TEKSTİLDE DEĞER ZİNCİRİ

Tekstil sektörü bilindiği gibi ar-ge faaliyetlerinde hazır giyim sektörüne göre çok daha büyük gelişmelere uygun bir sektördür. Tekstil sektörü içerisinde değerlendirilen, iplik, dokuma (örme dahil) ve terbiye sektörlerinde ar-ge faaliyetleri ayrı bir yer ve değer taşımakta olup, değer analizinde işletmelere büyük açılımlar sağlayabilmektedir. Tekstil sektöründe, üretimin her bir aşamasında yapılan iyileştirme ve yenilikler ürün ve ürün gruplarının değer

zincirine önemli katkılarda bulunmakta bu da işletmelere daha fazla ve kalıcı katma değerler kazanmalarına imkan vermektedir. Özellikle son yıllarda ekolojik tekstil ürünleri ile teknik tekstil ürünleri konusundaki gelişmeler ve yenilikler işletmelere ciddi değerler kazandırmaktadır. Özellikle dokuma ve terbiye işlemlerinde elde edilen ve uygulanan yenilikler bir yandan tekstil ürününün işlevselliğini farklılaştırırken diğer yandan da ürün tasarımını etkilemekte buda işletmelere ciddi bir rekabet avantajı sağlamaktadır. Tüm bu nedenledir ki gerek faydalı model ve gerekse orijinal patent başvuruları hazır giyimden ziyade tekstil sektöründe yoğunlaşmaktadır. Tekstil sektöründe iplikten dokumaya oradan da terbiye işlemlerine doğru değer zincirinin halkaları oluşmakta ve her bir aşamada ürüne katılan işlemler ürünün katma değerini artırdığı gibi bu ürünlerin işlevselliğini ve tasarımını da olumlu yönde etkilemektedir.

3.1. Tekstilde Tasarım

Günümüzde sosyal, politik, ekonomik, estetik öğelerin hakim olduğu bir dünyada yaşamaktayız. Tasarım ürünü,

tüm bu öğelerin sentezini içeren bir bütünlüğe sahip olmalıdır. Tekstilde tasarımın ana ilkesi estetik unsurları içererek özgün olması yanında işlevsel olmasıdır. İşlevsel olmayan bir tekstil ürünü sanat eseri kapsamına girer ve tekstil tasarımının dışında tutulur. Tekstil tasarımını yönlendiren birincil etmen “yaratma”dır. Yaratım, zihinsel ve maddi yaratım olmak üzere iki aşamada gerçekleşir. Yapılan çalışma zihinde somutlaştırıldıktan sonra kullanılacak malzemeye aktarılır. Yaratma aşamasını uygulama, üretim ve pazarlama takip eder. Tekstil endüstrisinde bulunan yeni malzeme ve teknikler, makine kapasitesinin arttırılması tekstil tasarımının yaratma

gücünü ve çeşitliliğini arttırmıştır. Bir tekstil ürününde tüketiciyi ilk bakışta çizgi ve biçimden önce “renk” öğesi

etkilemektedir. Estetik beğeniyi belirleyen renk, duyguların çağrışımıdır. Tüketici, rengini beğendiği bir malın biçimine ve desenine bu aşamadan sonra dikkat eder. Rengi ile birlikte biçimi, deseni kendisine uygun gelirse ürünü alır. Rengin kullanım biçimleri de tüketicinin beğenisinde etkili olabilmektedir. Yalın, açık-koyu, sıcak-soğuk, tamamlayıcı, aldatıcı, kalite, miktar biçiminde kullanımları olan renkler, bir yüzey üzerinde zaman zaman tek başlarına zaman zaman da birlikte kullanılmaktadır. Açık ve sıcak renkler diğer renklere nazaran çok daha etkilidirler. Kırmızı renk kişi üzerinde çekici bir etki bırakırken, sarı huzursuzluk verici bir etkiye sahiptir. Göz, dinlenmek için içgüdüsel olarak mavi ya da yeşil arar. Renklerin bu tür etkilerinden yaşadığımız mekanlar içinde de faydalanabiliriz. İnsana huzur veren, dinlendirici bir oda istiyorsak, perde ve döşemelerini mavi tonda seçebiliriz. Eğer, neşeli, cıvıl cıvıl bir oda arzuluyorsak da sıcak, hareketli renkler kullanırız. Bir çocuk odasında ise, ister perde ister yer döşemesi vs. olsun zeka gelişiminde faydalı olduğu için tercih edilen renk turuncu

ve tonlarıdır. Fakat yine de bu renk kullanımı kişilere göre değişir. Sonuç olarak renklerin bu farklı kullanımları

kişilerin estetik beğeni ve tarzlarını, duygu ve düşüncelerini belirler. Bir tekstil ürünün oluşumundaki diğer öğe de dokudur. Tekstil ürününde doku, tasarım aşamasında iki farklı şekilde ortaya çıkar. Malzemenin ya da

örgünün yapısıyla oluşturulan doku, diğeri ise resimsel öğelerle oluşturulan dokudur. Ancak, yalnız çizgi, renk, doku gibi sanat öğelerinin tekrarlanması ile tasarım elde edilebileceği yanılgısı bizleri bir diğer sakıncalı tasarım anlayışına götürür. Tasarım önceden planlanmıştır, işlevseldir, çok yönlüdür. Değişen ağırlıklara göre malzeme ve tekniğin sınarlarını gözetmelidir. Resimdeki tüm sanatsal değerler ve onların kullanım ilkeleri, tekstilde de

değişmez. Ancak resim gibi “tek” yapılmayan, kitlesel tüketime yönelik tasarımlarda sanat öğelerinin kullanımı

ürünün işlevine, malzemenin yapısına, tekniğin olanaklarına da bağlıdır. Görüldüğü gibi, tekstil tasarımında sanat

öğeleri, işlev, malzeme ve teknikten bağımsız kullanılamayacaktır. Teks-til işletmelerinde gevşek bırakılan salt sanat iyilikten çok zarar verebilir. Çünkü onun serbestiyete gereksinimi vardır. Buna karşın tekstil de küçük de olsa sınırlamalar, elverişlilik ve konuya ilişkin özel bilgi açısından gereklidir. Tasarlanan nesne ne olursa olsun,

devamlı vurguladığımız gibi, değişen ağırlıklara göre sosyal, politik, ekonomik, teknik ve estetik konuları birleştirici anlamda bir bütünlüğü elde etmek gerekmektedir. Estetik yönden doyurucu olan, buna karşın ekonomik açıdan

güçlükler çıkaran ya da bunun tersi bir tasarım, çevre ile uyumu geçleştirici bazı etkenleri içeriyorsa, insan gereksinimleri doğrultusunda gerçekleştirilmesi sakıncalı bir tek boyutluluk getiriyor demektir.

3.2. Maliyetin Düşük Tutulması

Gerek tekstil sektöründe ve gerekse de hazır giyim sektöründe değer zinciri için önemli olan bir diğer konu da maliyet ve maliyet minimizasyonudur. Bilindiği gibi rekabet avantajının en önemli öğelerinden birsi de maliyet avantajıdır. Burada maliyet ile kalite ve ürünün markası arasındaki bağın iliş kinin en optimum şeklinde sağlanması gerekmektedir. Burada esas amaç maliyeti düşük tutarak kazancı arttırmaktır. Ancak salt maliyeti düşük tutma amacıyla kaliteden, ürünün niteliklerinden tavizler vermek geçici bir çözümdür ve bu anlayışı güden işletmelerin uzun vadede kalıcı ve başarılı olmaları mümkün değildir. Gelir düzeyinin düşük olduğu toplumlarda düşük fiyatlı ürünler daha ön planda iken eğitim, gelir ve refah düzeyi artıkça tüketicilerin fiyat odaklı olmadan kalite, marka ve farklılık yönlü olmaya doğru hızla kaydıkları görülmektedir. Ancak her iki durumda da işletmelerin maliyetler konusunda göstereceği başarılı gelişmeler onların karlılıklarını artıracağı için işletme amaçlarına ulaşmada büyük katkılar sağlayacaktır.

 

3.3. İşlevsellik – Fonksiyonellik

 

Moda, maliyet, tüketici gibi faktörlerden birini ölçüsüz etkinliği gibi sakıncaların yanı sıra, kuru işlevsellik yada bunun tersine yönlenmiş tasarımlarda kısa ömürlü olmaya mahkumdur. Birincisi sonuçta monoton, tek düze, sıkıcı

ürünlere götürebilecektir üretimi. Rekabeti önleyip talebi azaltacaktır. Malzeme, teknik ve estetik çeşitlilikler,

tekstilin bugüne kadar ki kullanım alanlarının sınırlarını genişletmesine olanak ararken ve moda gibi tekstili

hep dinamik tutacak bir bağ varken, salt işleme yönelik tekstil ürünlerinin tek düze olabileceği endişesi günümüz

için yersiz gözükmektedir. Ancak belki de ileri dönemlerde, insanlar, renk ve biçimleri ile sembolik anlatım kazanmayı, ürünler kullanmayı, vücutlarını çeşitli etkenlerden koruyacak renkli speryler ile örtünmeyi tercih edeceklerdir. Salt modaya bağımlı tasarımla da olduğu gibi salt işleve bağımlı tasarımlar da kısa ömürlü kalır. Gelişim ve sürekli değişimi göz önünde bulundurmak en başta eğitimcilerin görevidir. Tasarımla ilişkili tüm meslek

dallarında bilimsel, teknik ve estetik yönden katı, kuralcı yada güncel bilgi yükünden kaçınmak gerekir eğitim

programları içinde mezun olduğunda devamlı değişen endüstri çarkı altında ezilen öğrenci değil–ki bu hiçbir zaman

amaçlanmaz ama çokça karşılaşılır, yaratıcı, iyi gözlemci, araştırmacı, sağ duyu sahibi, günün koşullarına uyabilen

uzmanların yetiştirilmesi amaçlanmalıdır.

3.4. Pazarlama

Pazarlama yöntem ve stratejilerinin değer zinciri içindeki rolü, müşteri isteklerini ve gereksinimlerini belirleme

yirminci yüzyılda, bilimsel olarak gelişen pazarlama stratejilerinin temel amacının, satın alıcıların tercihlerini, işletme lehine yönlendirmek olduğu söylenebilir. Piyasa yada pazar olarak isimlendirilen arenada, birbirlerinin

rakibi konumunda olan işletmeler, aynı pastadan daha fazla pay alma mücadelesini, yoğun bir şekilde sürdürürler. Bu mücadele esnasında, yöntem ve araçlar değişmekle beraber, aslında temel olarak yapılmaya çalışılan, tüketici

olarak insanların tercihlerini etkileme çabasıdır. Bu çabalama, aynı potansiyel üzerinde sürdürülürken, az da olsa potansiyeli geliştirme uğraşıları da söz konusudur. Bir diğer deyişle, işletmeler genelde mevcut pastadan pay

kapma (pazar maksimizasyonu) ile uğraşırlarken, zaman zaman da pastayı büyütebilmenin hesabı içerisinde

olurlar. Ekonomik birer organizasyon olan işletmeleri gittikçe artan oranda yoğun rekabete iten, değişen ve gelişen tüketici istek ve gereksinimleridir. Alıcıların artan bilgi, eğitim ve gelir düzeyleri onların tatmin olma düzeylerini yükseltirken satıcılarında mal ve hizmet üretiminde daha nitelikli ve nicelikli ürünler sunmasını zorunlu hale getirmiştir. Elektronik ticaret araçları ve bu araçlarla uygulama bulan pazarlama stratejileri standart mal ve hizmetlerin daha kısa sürede elde edilmesi, tüketicilerin mal/hizmet hakkında bilgilendirilmesi gibi kolaylık sağlayıcı fonksiyonları yerine getirmekte ve bu doğrultuda ürünün daha değerli algılanmasını sağlamaktadır. Gelişen iletişim ortamı yükselen eğitim düzeyi ve işletmeler arasındaki yoğun rekabet sonucu bilinçli bir tüketici profilinin oluşacağı açıktır. Bu nedenle, pazarlama çalışmaları bilgilendirme amacını da gütmelidir. Örneğin; reklam

çalışmaları bu amaca yönelik çalışmaların başında gelir. Ülkemizde tekstil ve hazır giyim işletmelerimizin en

önemli zaaflarından birisini üretimden ziyade pazarlama yönetimi konusundaki eksikliklerinin oluşturduğu bilinmektedir. Bu nedenle işletmelerimizin istenilen başarıyı ve gelişmeyi gerçekleştirebilmek için pazarlamaya çok özel bir önem vermeleri ve bu konuda en son gelişmeleri yakından takip ederek bu konulardaki sürekliliği sağlamalıdırlar. Bilinmelidir ki ürün ne kadar başarılı olursa olsun pazarlama yetersizse

istenilen başarı asla sağlanamayacaktır. Yine pazarlamanın ciddi bir eylem ve bütçe isteyen ve süreklilik arz

eden bir işletmecilik eylemi olduğu unutulmamalıdır.

3.5. Pazarlama Stratejileri ve İşletmeler

İşletmeler bu çerçevede, bilinçlenme, bilgilenme ve teknolojik gelişmelerin daha kısa sürede paylaşılması anlamında küreselleşen pazarlara, hedef pazarlarını iyi belirlemek durumundadırlar. Bir yandan ortak gelişmelere

katkı, bir taraftan pastayı büyütme çabaları yanında, işletmeler, kendi rotalarını doğru ve net olarak belirlemek

zorundadır. Böylece, küresel gelişmelerin farkında ve onlara açık, ancak kendi kaynakları ve kapasitesinin de

bilincinde, gitmek istediği noktayı bilen işletme olmak mümkün olabilir. Böyle bir bilinçle hareket etmek; tüketicilerin

beklentilerini izlemek, tüketicilerle uzun süreli ilişkileri geliştirmek ve uzun dönemdeki satışları gözetmek, tüketicilerin satın alma eylemlerini kolaylaştırıcı pazarlama yöntem ve araçlarını kullanmak ve zamanla onlara akrabalık kuracak bir pazarlama ve marka oluşturmakla mümkündür. Hedef pazarlarını doğru tanımlayan

işletmeler, kendilerini pazarda daha net konumlandırma şansını elde etmiş olacaklardır. İşletmelerin kendilerini pazarda konumlandırmaları statik değil, gelişmeler çerçevesinde dinamik bir sürece de işaret etmektedir. Bu şekildeki dinamik bir sürçte işletmeler, tüketicilerinin beklentilerini belirleyerek, onları tatmin etmeye çalışılması için bir bilgi bankasına sahip olmalı ve tüketicilerle ilişkileri akrabalık derecesine ilerletme çabasını da göz ardı etmemelidirler. Yeni yüzyılda pazarlama stratejileri, bilgiyi yayma, tüketiciyi bilinçlendirme, kaynakları etkin kullanma gibi, özellikle sosyal sorumluluk çerçevesinde pazarı yönlendirici olmak durumundadır. Buna

karşılık, tüketicileri tanıma, onların beklentilerini tatmin etmeye çalışma ve uzun süreli beraberlikler için bugünü

fırsat bilme anlamında da, pazar tarafından yönlendirilen pazarlama stratejileri geliştirmek önem taşımaktadır.

Diğer bir ifadeyle, özellikle pazarlama çabalarının ahlaki boyutu açısından, işletmeler, küresel anlamda olumlu imajlarla pazarı yönlendiren, tüketicilerin beklentilerini karşılama ve onları tatmin etmeye yönelik bölgesel pazarlar tarafından yönlendirilen pazarlama stratejileri geliştirmek zorundadırlar. Bu anlamda, küresel marka imajına sahip olmakla, bölgesel anlamda tüketici tatmini sağlama ve onlarla uzun süreli ilişki kurmanın her zaman mümkün olamayacağının da işletmeler tarafından bilinmesi önemlidir. İşletmeler sahip oldukları kaynaklar ölçüsünde,

bölgesel ya da küresel bir konumlandırmayı, pazarlama stratejisi olarak belirleyebilirler. Bu noktada, mümkün olduğunca bölgesel boyuttan başlamak ve iddialı olunan pazarlarda yoğunlaşmanın gittikçe daha anlamlı

hale geldiği anlaşılmaktadır. Bir anda çok sayıda pazara açılmak ya da hızlı bir şekilde küresel pazarlarda yer edinmek istemenin, 21. yüzyılda da akılcı pazarlama stratejileri olmayacağı söylenebilir. Çünkü çok sayıda işletme,

birbirini gözlemekte ve birbirine yakın kaynak, imkan ve kabiliyetlere sahip bulunmaktadır. Önemli olan, bu benzerlikler arasına farklılıkları yakalamak ve bu farklılıklar çerçevesinde odaklanabilmektir. Tabi, farklılıkları işletmeler açısından değil, pazardaki tüketiciler açısından bir değer ifade ediyor olması unutulmamalıdır. Pazarlamanın, kar amaçsız organizasyonlar ve hatta kamu organizasyonlarına da uyarlanabilirliğinin, yeni yüzyılda daha canlı örnekleri yaşanacağı iddia edilebilir. Öte yandan, pazarlamanın böylesine geniş uygulama alanı ile genel olarak yaşam kalitesinin iyileştirilmesine olabilecek katkılarının da, yeni yüzyılda daha çok gündemde olacağı anlaşılmaktadır. Organizasyonların, insan davranışı ve eğitimi üzerinde yoğunlaşmaları ve çalışanların iç müşteriler olarak kabul edilmesi, 21. yüzyılda pazarlamanın, yaşam kalitesine katkılarının daha fazla ön plana çıkacağının birer göstergesi olarak değerlendirilebilir. Çünkü teknolojik gelişmelerin pazarlama stratejilerini kolaylık fonksiyonunu güçlendirici birer araç olarak yansıması, onu kullanan insanların becerileriyle doğru orantılıdır. Çalışanlarla, tüketiciler, karşı karşıya gelmek durumundadır. Kolaylaştırıcı teknolojileri ve bilgiyi de kullanan sonuçta insan olduğuna göre, işletmeler hem çalışanların, hem de tüketicilerin davranış, alışkanlık ve eğilimlerini öğrenmeden hareket edemezler. Yaşanan hayatın kalitesini yükseltmek gibi bir endişenin varlığı ancak, hayatı yaşayan insanların beklentilerine uygun stratejiler geliştirilip, geliştirilmediği ile anlaşılabilir. Bu yüzden işletmeler, yeni yüzyılda farklı rolleri oynayan insanların, davranış, alışkanlık ve beklentilerini dikkate alan pazarlama stratejileri geliştirmek zorundadır. Bu anlamda tekstil ve hazır giyim işletmelerimize büyük roller düşmektedir. Çünkü değer zincirinin tamamlayıcısı ve sonuç alıcısı pazarlama eylemleri ve stratejileridir.

3.6. Patent ve Ar-Ge

Patent yeni olan, tekniğin bilinen durumunun aşılması ve sanayiye uygulanabilir buluşların sahiplerine, o ürün veya

yöntemler için belli bir süre tekel olarak  üretme ve pazarlama hakkının tanımasıdır. Tekstil sektörü diğer endüstriyel alanlardan farklı olarak kullanıcılara sezonluk değişim gösteren yeni ürünler sunma çabasındadır. Dolayısıyla iplikten dokumaya herhangi bir aşamada gerçekleştirilen yenilik son kullanıcıya ulaşan ürünleri etkileyebilmekte ve yeniliği geliştirenlerin pazarda daha güçlü ve etkili olması sağlanmaktadır. Sanayileşmenin olmazsa olmaz şartı teknoloji üretmektir. Ar-Ge ile üretilen teknolojileri ise Patent Kanunu kapsamında

firmaların kendilerine endekslemeleri, sanayideki varlıklarını ilan etmenin diğer bir yoludur. Bu konuda

karşılaşacağımız diğer bir kavram da “Faydalı Model” olacaktır. Faydalı Model daha çok küçük ve orta ölçekli

sanayicileri ilgilendiren, yeni ve sanayie uygulanabilir buluşların korunmasını sağlayan bir patent türüdür. En ekonomik ve en hızlı patent çeşidi olup 10 yıl süreyle geçerlidir. Nitekim 1995-2002 yılları arasında ülkemizde

alınan patent ve faydalı model sayısı 101’i yerli olmak üzere 161 tanedir. Bunların opsiyonel dağılımına

baktığımızda konfeksiyon ve hazır giyimin 45 adet ile % 44,2 oran ile ilk sırayı aldığını görmekteyiz. Bunun nedeni nihai ürünlere yönelik yapılan (çamaşır askısı, çamaşır makinası kapağı, kilidi vs.) ufak çaplı düzenleme ve yeniliklerin kolay oluşturulabilir olmasıdır. Belli bir ürün veya yönteme dair patent almış işletmeler, en az 10 yıl (en fazla 20 yıl) itibariyle o ürünün/yöntemin üretimini ve pazarlamasını tekelinde tutacağı için, ilgili pazarda karşı konulamaz bir rekabet avantajı elde edeceği gibi bu pazardaki o kar payını tek başına kendi bünyesine katabilecektir. Bunun yanı sıra işletmelerin belli ürünlerde patentli olarak tekel üretim yapması,

müşteri tabanında o işletmeye olan güveni ve itibara arttıracaktır.

 3.7. Tekstil ve Hazır Giyimde Moda

Moda, gelişmiş ülkelerde tekstil ve giyim pazarlamasında en etkili unsurlardan biridir. Dolayısıyla, gelişmekte olan

ülke ihracatçıları dizayn faktörünün büyük önemini kavramak zorundadır. Ürünün yansıttığı modayla satışı ve fiyatı arasında doğru bir ilişki olduğundan, ürün, son modayı ve stili ne kadar yansıtırsa, satılabilme şansı ve

fiyatı da o kadar artar. Bütün bu gelişmeler üretilen kumaşlarda hemen ve uzun dönemli bir etki yaratır. Sosyo-ekonomik güçler ise değişeme teknolojik güçlerden daha fazla yol açar. 60’lı yıllarda ekonomi de her düzeyde zenginlik artışı yeni, çok yaygın ve ekonomik açıdan güvenli bir orta sınıf yarattı. Aynı dönemde yıllık

izin, iş saatinde azalma ve çoğu yerlerde Cumartesinin işgünü olmaktan çıkarılması nedenleriyle çok daha uzun

bir boş zaman da ortaya çıktı. Bu yeni durumun en önemli sonuçlarından biri de spor giyimin daha fazla kullanılmaya başlanması olmuştur. Moda dinamiği de fonksiyonel güçlerin yol açtığı çerçeve içinde işler. Moda

görünüşte isteğe bağlı ve açıklanmayan bir şey olarak görülse de, ona hakim olabilen imalatçılar ve tüccarlara göre kar kaynağıdır. Moda değiştirilebilir, yenilenebilir ya da tümden ortadan kaldırılabilir. Ancak moda ona hakim

olmasını beceremeyenler için tehlikeli bir yaratıktır. Moda çeşitli biçimlerde tanımlana gelmiştir. Hatta bu tanımlardan bazıları birbirleriyle çelişirler. Modanın bir tanımı, tüketicilerin büyük bir çoğunluğunun

o gün için benimsediği stil olsa da, bu tanım yeterli değildir. Moda denildiği zaman, kumaş dizaynı ve stilde,

ilgili malı giyen ya da kullanan kişinin arzu ettiği kendini ifade gücü ile ilgili özellikler olarak anlaşılmalıdır. Bu tanımda moda pazarın en tepesine ya da yalnızca toplumun zengin üyelerine özgü değildir, tam tersine, farklı biçimlerde her düzeyde vardır. 60’lı yıllarda ortaya çıkan yeni bir grup, yani eğilim belirleyiciler ya da yenilikçiler

(her zaman olmamakla birlikte çoğu zaman genç ve ilginç grup-parlak geleceği olan, şans eseri ya da doğuştan

güvencede olan insanlar), onları kendi ayrıcalıklı kliklerinden sayamadıkları insanlardan farklı kılacak tarzda

giyinmeye yöneldi (farklılaşma aşaması). Bir sonraki aşamada, eğilimi belirleyen grubun sosyal konumuna, başarısına ve ideallerine hayranlık duyan ve onlarıtaklit etme isteğinden olup, bunu yapma gücüne sahip grup-dışı insanlar, sözde arkadaşlarının ki gibi giyim ve tekstil ürünleri talep ederler (“İlk taklit” aşaması). Çok geçmeden, görece olarak daha az ilgili gruplar bile büyük pazarlardan aynı şeyi ister (“ikinci taklit” aşaması).

Son olarak, modayla hiç ilgilenmeyenler-“ tembel” denenler-bile sistemin içine dahil olur. Çünkü ne eşitlerinden

farklı görünmek isterler ne de dükkanlarda uygun başka bir şey bulabilirler. Böylece, moda, pazarı hem alt tabakalara hem de üst tabakalara kadar yaymış olur. Durum bu aşamaya geldiğinde, hareketi başlatan sözde yenilikçiler ne olup bittiğini kuşkusuz hemen ilk taklit aşamasında anlar ve farklı bir şey yapmaya yani başka bir moda yönelimine başlarlar. Moda dinamiğinin hızı ve etkisi, ilgili tüketim gruplarının zenginliğine bağlı

olarak, birden çok eğilime yol açabilir. Hatta toplumun en yoksul kesimlerinin de (isterlerse) potansiyel eğilimlerin

çoğunu takip edebileceği zengin bir ülkede, örneğin Batı Avrupa ülkelerinde durum hızla ve önceden tahmin edilemeden değişebilir. Üstelik, ayrı ideolojilere, ayrı etkinlikler ve çıkarlara sahip muhalif grupları barındıran

bugünün çok yanlı toplumunda, tek bir dönemde çok farklı düşünceleri ifade eden çok farklı modalar olabilir.

Birçok durumda, birbirine paralel moda eğilimleri aynı anda etkili olabilir. Moda bugün artık yalnızca dış giyimle sınırlı değildir. Tüketici ile ilgili her tekstil maddesini fiili olarak etkiler. Uluslar arası Pamuk Enstitüsü (ICC), 1972’de satılan tüm tekstil kategorilerinin yaklaşık % 50’sinin moda değişikliklerine az çok duyarlı olduğunu öngördü. Ancak bugün, moda duyarlılığı dış giyim alanında kuşkusuz daha yüksek olmasına rağmen, iç giyimde de modadan söz edilebilir. Yirmi yıl önce tüketici dükkan ve mağazaları ya çoğu moda değişikliklerinden

etkilenmezdi, ya da yalnızca ana hatlarıyla benimseyip bir iki yıl geriden takip ederdi. Bugün parası, zamanı ve modayı daha yakından izleme isteği olan alt pazar bölümü, mağazaları, ve zincirleme dükkanları moda savaşına eskisinden çok daha yakından sokmuştur. Aşağıdaki eğri tipik bir moda eğilimini gösterir. Müstakbel dış alımcının yaşam süresi içinde geniş pazarlarda dokuma ve stili belirleyen gerçek bir moda eğiliminin gelişimine erkenden – fakat çok erken değil – girmesinin önemini gösterir.

- A noktasında eğilime, imalatçının hem erken yüksek fiyatlardan hem de – eğer kapasitesi varsa – onu izleyen

çok büyük hacminden yararlanma anlamına gelir.

- B noktasında giriş, üst tüketici alanındaki elverişli fiyatların yok olacağı ve karının azalan pazar hacmi ve tembellerin satın alması ile sınırlı olacağı anlamına gelir.

- C noktasına gelme, eğilimlerle aynı düzeye gelememiş ya da onlara yeteri kadar çabuk tepki gösterememiş bir çok üreticinin kötü kaderidir. Mallarının indirimli satış yapan dükkanlarda indirimli satış fişlerine yazılması

anlamına gelir.

- D noktası, artık kuşkusuz bir giriş noktası değil, kırmızı iflas düğmesidir. Modaya fazlasıyla uygun ya da

gerçekten bilgili büyük bir üretici A noktasından daha önce piyasaya girmeye çalışabilir. Maksimum fiyata

ulaşabileceği, tam kar getirecek bir yol izleyecek olan bir eğilim belirler. Bu kuşkusuz riskli bir iştir. Çünkü

aynı anda – ya da hemen hemen aynı anda – başlayan bu kadar çok eğilimle, hepsi büyük pazarlar yaratamaz.

Üreticiler ve/veya ihraçatçılar, ihraç ettikleri pazarlarda varolan kendine özgü moda düzenini bozmamaya dik-kat

etmeli ya da moda bilgisi ile dizayn kapasitesini bu düzene eşit ya da daha fazla bir ölçüde geliştirmelidir. Örneğin

bazı eğilimler tüm Avrupa’da egemendir; 60’ların son kısmında mini eteğin ortaya çıkması gibi. Bununla birlikte,

her ülkede aynı modanın geçerli olacağı varsayımı yapılmamalıdır. Çünkü;

1. Moda eğilimi, ortaya çıktığı ülkede, herhalde diğer yerlere göre daha hızlı gelişecektir.

2. Bir eğilimin ülkeye girme biçimi, ülkeden ülkeye kuşkusuz değişir.

3. Her ülke, eğilimi, kumaş dizaynları, ağırlıklar ve ürün stili açısından kendine özgü bir biçimde benimser (Avrupa’da Norveç ve İspanya arasında büyük bir iklim değişikliği olduğundan, çok şaşırtıcı bir şey değildir.)

4. Bir ülkedeki bir heves, bir diğerinde moda eğilimi olabilirken, son derece sağlıklı sınırdan bile geçmeyebilir.

5. Nitelik ve ebat farklılıkları, modanın kendisi ülkeler arasında değişmese bile, önemli olacaktır.

6. Ülkelerin ve hatta aynı ülkedeki farklı toplumları eğitim, gelir, kültür ve inanç değerleri moda da farklılıklar

yaratabilir hatta bu &am