Uluslar arası araştırma ve geliştirme yöntemi
1980’li yıllardan önce araştırma ve geliştirmenin, bilimsel ve teknolojik bilgi yaratma ve bu faydaları sağlamak ihtiyacıyla merkezileştirilmesi gerekliliği kabul edilirdi. Diğer ülkelerle temel olarak yeni ürünlerin adaptasyonu amacıyla sınırlı düzeyde araştırma ve geliştirme aktivitelerinde bulunulurdu.
1980’li yıllarda çok uluslu şirketler, özellikle ilaç, kimya, elektronik gibi yoğun teknolojik endüstriler özel ulusal bilimsel ve teknolojik uzmanlıkları kullanma fırsatından yararlanmaya başladılar . Bu uzmanlıklar özel bilimsel ve teknolojik alanlarda kümelenmiş şirketlerden ve enstitülerden oluşan coğrafi alanlarda yer almaktadırlar. Elektronik için silikon vadisi, biyoteknoloji için California La Jolla örnek gösterilebilir. Çok uluslu şirketler araştırma ve geliştirme aktivitelerini bilimsel ve teknolojik gelişimleri kazanabilmek için bu bölgelerde kurmuşlardır. Bu strateji şirketlere kendi ülkelerinin teknolojilerini genişletme ve arttırma olanağı sunmuştur.
Bunların yanında, şirketler kendileri için önemli olacak ancak kendilerinin destek veremeyeceği tüm teknolojik alanlarda gelişmeleri izleme fırsatı bulmuşlardır.
1. Uluslararası Yönetim Tarzları
Son birkaç yılda birçok uluslar arası yönetim modeli, dünya çapında iş aktivitelerinin yönetimi ile ilgili çeşitli stratejik yaklaşımlar ile tanımlanmaya çalışıldı. Üç çeşit rekabetçilik temelli yaklaşım tanımlamıştır.
a. Küresel Yönetim
Dünya çapında rekabet eden şirketler bütün pazarlarında genellikle aynı rekabet şartları ile karşı karşıyadır. Birinci temel rekabet unsuru ölçek ekonomisidir ve sistemin birinci üstünlüğü operasyonel verimliliğidir. Bu durumdaki şirketler üretim, dağıtım ve satışın üzerinde durarak rekabet etmeye çalışmaktadırlar. Araştırma ve geliştirme fonksiyonları ürünlerden çok süreçlere odaklanmıştır ve ürünler genellikle tüm bölgesel pazarlarda çok benzerdir. Petrol şirketlerini küresel yönetime örnek gösterebiliriz, petrol çıkarma ve rafine etme teknolojilerinde farklı bölgelerde yapılan araştırma ve geliştirme çalışmaları vardır.
b. Çok Uluslu Yönetim
Ürünlerini ve servislerini her ülkenin kendi pazar ihtiyaçlarına göre sunan çok uluslu şirketlerin yönetimidir. Yerel, ulusal, bölgesel müşterilerin ihtiyaçlarına yanıt vermek amaçlanır. Bu kategorideki şirketler ağırlıklı olarak ürün bazlı araştırma ve geliştirme çalışmaları ve pazarlama çalışmalarına odaklanmışlardır. Tüketici ürünleri şirketleri, bölgesel ihtiyaçlar doğrultusunda özel formüller geliştirerek çok uluslu şirketler yönetimini kullanmalıdırlar.
c. Uluslararası Yönetim
Küresel ve çok uluslu yönetimin arasında bir yerde uluslararası yönetimin vardır. Bu sistemlerde şirket dünya çapında çok benzer aynı zamanda ülkeden ülkeye uyarlanmış ürünler sunmaktadır. Bu şirketlerin temel rekabeti ürün ömrü boyunca pazardan pazara yönetimidir. Bu tür şirketler pazarlama ve satış fonksiyonlarını belirginleştirirler, araştırma ve geliştirme fonksiyonu ürün üzerine yoğunlaşmıştır.
Örneğin ilaç endüstrisinde, dünya çapında aynı kimyasal bileşime sahip yeni bir ilaç her pazarda yerel kanunlar gereklerince fiyatlandırma sınırlandırmaları, ambalajlama ve diğer pazar koşullarına göre farklı şekillerde sunulmaktadır.
2. Uluslararası Araştırma ve Geliştirme Yönetimi
Küresel anlamda altı tane araştırma ve geliştirme yönetim modelinden bahsedilmektedir. Ancak şirketler için zorluk; doğru modeli seçmektir. Çeşitli çalışmalarla, ikisi tek merkezli ve dördü dağılmış olmak üzere altı araştırma ve geliştirme yönetimi modeli bulunmuştur.
• Ev merkezli araştırma ve geliştirme yönetimi: Bütün teknolojik gelişmeler şirketin ana vatanında toplanmıştır. Teknoloji ve pazar anlayışı uluslararası teknoloji birlikleriyle genişleme ve anahtar pazarlarda “algılayıcı birimler”dir.
• Çoklu ev temelli araştırma ve geliştirme yönetimi: Her işle ilgili yeni teknolojik gelişme için tek bir merkez bulunmaktadır. Bazı iş merkezleri anavatanın dışında olabilir.
• Dünya çapında liderlik merkezi yönetimi: Lider merkez olarak adlandırılan dağılmış network üzerinde tek bir merkez yeni teknolojilerin geliştirilmesinden ve koordinasyondan sorumludur.
• Bölgesel merkezli yönetim: Her önemli bölgede bir araştırma ve geliştirme bölümü mevcuttur. İlk görevleri kendi bölgelerinde kullanmak üzere teknoloji geliştirmektir. Yeni teknoloji gelişmelerini gerçekleştirmek için diğer bölgelerdeki araştırma ve geliştirme bölümleriyle koordineli bir şekilde çalışabilirler.
• Bölgesel teknoloji yönetim merkezli yönetim: Bir bölge merkezi, bölge için lider merkez olarak belirlenir. Bölgesel ayrı birimler bu merkez tarafından diğer bölge merkezleriyle koordineli bir şekilde yönetilir.
• Esnek Ağ yönetimi: Lider rolü proje ile birlikte bir ya da birden fazla bölge merkezine verilebilir. Proje bazlı liderlik vardır.
3. Uluslararası Araştırma ve Geliştirme Yönetiminin Gelişimi
a. Merkezileşme ve Dağılma
Önemli merkezileştirme (şirketin ar-ge faaliyetlerini kendi ülkesinde sınırlı merkezlerde gerçekleştirmesi) faktörleri, teknolojik birikimin rakiplerin eline geçme riskini azaltmak, koordinasyonu arttırmak ve maliyeti kontrol altında tutmak, anavatanda kullanıcılarla tedarikçiler arasındaki ilişkilerin daha rahat kurulabilir olmasıdır.
Araştırma ve geliştirme faaliyetlerinin dağınık olmasının iki ana nedeninden söz edilebilir, talep faktörleri ve arz faktörleri.
Talep faktörleri yönünden incelediğimizde; yönetim merkezleri ve şubeler arasındaki teknoloji transferi dış pazarlar tarafından erişilebilir olması,şirket yetenekleri yerel pazarların ihtiyaçlarına cevap verebilir olması ve ürün geliştirmenin anahtar müşterilere yakın olması ihtiyacı dağınıklık kararının altında yatan etkenlerdir.
Arz faktörleri yönünden ise; yeni ve önemli teknolojilere ulaşmak, kaliteli teknik personel çalıştırmak, coğrafi bağımlı bilimsel ve teknik bilgiye ulaşmak için şirketler dağınık ar-ge faaliyetleri gerçekleştirmektedirler.
Daha bir çok faktör dağınık ar-ge faaliyetleri için neden gösterilebilir. Politik açıdan baktığımızda yerel hükümetler yerel teknolojilerin gelişmesi için teşviklerde bulunabilir. Bunun yanında ar-ge faaliyetlerinde uluslararasılaşma şirketlerin rekabetçi imajlarını da güçlendirmektedir.
Geçmişte, çok az şirket ar-ge bölümlerini diğer bilimsel, teknik ve eğitim çevrelerine yaymıştır. Çok seyrek olarak görülen bazı şirketlerin ar-ge merkezlerinin yanında yabancı ar-ge bölümleri vardır. Sonuçta geçmişte, yabancı ar-ge bölümlerinin önemsiz roller oynadığı söylenebilir.
Son yirmi yılda şirketlerin küreselleşme faaliyetleri büyük hızlanma göstermiştir. Küreselleşmenin bir parçası olarak uluslararası ar-ge faaliyetlerinde yüksek bir artış görüldü. Günümüzde araştırma ve geliştirme faaliyetleri uluslar arası fonksiyonlarda yerini almıştır. Merkez koordinasyonlu bir çok araştırma geliştirme faaliyeti giderek artan bir oranda sürdürülmektedir.
b. Dış Araştırma ve Geliştirme Faaliyetlerinin Önemi
1980’li yıllarda teknolojinin ana rekabet üstünlüğü sağlayan stratejik kaynaklarından birisi olarak biliniyordu. Ar-ge ve teknik fonksiyonlar strateji hesaplamaları ve uygulanması süreçlerinde kullanılıyordu. Sonuç olarak şirketin ar-ge faaliyetlerinin bir parçası olan uluslararası ar-ge önem kazanmıştı.
İkinci olarak, teknolojik buluş sürecinin doğası değişmiş ve araştırma faaliyetlerinde organizasyonel ve lokasyonel etkiler gerçekleşmiştir.
• Teknolojik buluşlar sıklıkla, farklı disiplinlerin teknoloji ile entegrasyonunun sonucu olmuştur. Dış kaynaklara ihtiyaç artmıştır, iç kaynaklarla bilgi elde etmek masraflı bir hale gelmiştir. Ar-ge bölümlerinin dağıtılması dış kaynaklara ve bilgilere ulaşım yolunu açmıştır.
• Teknolojik buluşlar sırasında organizasyonlar arası bağlantılar ihtiyacı duyulmuş bu da ar-ge faaliyetlerinin dağıtılmasına neden olmuştur.
• Laboratuar bölümleri dünya çapında bilgi üretimdeki yerini almıştır. Buluşlar, yenilikler için gerekli yeteneklerin ve kabiliyetlerin özelleşmesi sonucu bu özel yeteneklere ulaşmak için dünya üzerindeki diğer bölgelerde faaliyet göstermek gerekmiş bu da dış ar-ge faaliyetlerinin önemini artırmıştır.
Üçüncü olarak zaman önemli bir rekabet avantajı kaynağı olmuştur. Zamanında rekabet şartı, şirketlerin diğer ülkelerde olmalarını, bilgiye buradan ulaşıp geliştirme yapmalarını gerektirmiştir. Dış kaynaklardan öğrenme ve bilginin hızlı alınabilir olması zaman kazandırmıştır. Coğrafi olarak dağınık durumda olan bilgiliyi kullanmak için çeşitli yollar bulunmuştur: teknoloji araştırma, stratejik birlikler, ikili lisanslama vb.. Yöneticiler, bu proseslerin yerel teknoloji geliştirme kabiliyetleriyle çok daha etkin bir şekilde yapılabileceğini anlamışlardır.
İletişim sistemlerindeki büyüme ve ağ sistemleri uzaklık ve koordinasyon maliyetlerini azaltarak bu dezavantajları azaltmıştır.
Bu faktörler uluslararası araştırma ve geliştirme faaliyetlerini güçlü bir şekilde etkilemiştir.
• Teknik aktiviteleri dağıtma yönünde güçlü bir eğilim vardır
• Yabancı teknik aktiviteler ile ilgili konuların stratejik bağlantıları güçlenmiştir
• Teknolojik buluş sürecinde çok uluslu şirketlerin yabancı bölümleri artan şekilde işin içine girmişlerdir
c. Yabancı AR-GE Bölümlerinin Evrimsel Yörüngesi
Bazı çalışmalar yabancı bir ülkede laboratuar kurma sürecine odaklanmıştır. Satın alma ya da doğrudan kurma yabancı ülkelerde teknik aktivitelere başlamanın iki en önemli yaygın yöntemdir. Bazı çalışmalar yabancı teknik aktivitelerin evrimsel süreci ile ilgilenmişlerdir. Yabancı teknik aktiviteler dört ana kategoride sunulmuşlardır.
Teknoloji transfer bölümleri: Lokal şirketlerde kullanılmak üzere ana şirketten teknoloji transferini gerçekleştirir ve yabancı müşterilere teknik servis desteği sağlar.
Yerli teknoloji bölümleri: Yerel pazarda yeni yada eski ürünlerin geliştirilmesini sağlar
Global teknoloji bölümleri: Şirketin dünya üzerindeki ana pazarlardaki Eşzamanlı uygulamalar için Yeni ürünler ve süreçler geliştirmek üzere kurulurlar
Şirket teknoloji bölümü: Uzun süreli yeni teknolojiler üretmek üzere kurulurlar
E. TÜRKİYEDE ARAŞTIRMA VE GELİŞTİRME
ABB(Asea Brown Boveri) nin başkanı Barnevik “Biz parayı ürettiğimiz teknolojiden kazanıyoruz. Türkiye’deki şirketler ise hala teknolojiyi taklit etmeyi tercih ediyor” diyor iş adamlarımıza şu önerilerde bulunuyor ;
• 2000 yılında şirketlerin çok akıllı davranmaları gerekiyor. Oysa sizin şirketleriniz teknolojiyi satın alıyorlar, üretmiyorlar bu çok önemli bir ayrım ABB’de en önemli olay teknolojiyi üretmektir.
• Her yıl yaklaşık 3 milyar dolarlık bir parayı ar-ge faaliyetlerine ayırıyoruz. Dünya üzerindeki büyük şirketlere baktığımızda ise onların ortalama olarak ar-ge için yüzde 4-5 oranında pay ayırdıklarını görüyoruz, işte ABB’yi ABB yapan da budur.
OECD’nin iki yıl önce yayımladığı bir rapor ülkelerin imalat sanayii ihracatının teknoloji yoğunluğu¬na göre; ABD’nin imalat sanayii ihracatında yüksek teknoloji yoğunluğu yüzde 26,8, Japonya’nın yüzde 23,6 ve Güney Kore’nin yüzde 23,7 iken Türki¬ye’ye karşılık gelen değer yüzde 2,5’dir. Bu durum ülke ekonomilerinin yapısını ve işleyişini belirleyen pek çok değişkenle ortaya çıkıyor ama Türkiye’nin bu düzeylerde kalmasının önemli nedenlerinden birini Gayri Safi Milli Hasıladan ar-ge faaliyet¬lerine ayrılan pay oluşturuyor. Türkiye’nin GSMH’sinden ar-ge’ye ayırdığı pay binde 5 dolaylarındadır AB ül¬keleri ortalamasının yüzde 1,85’dir. Bu konudaki bir başka ölçüt araştırmaya ayrılan payın ne kadarının kamuya ne kadarının özel sektöre ait olduğudur. Gelişmiş ülkelerde özel sektöre ait olan pay yüzde 75′e kadar çıkarken Türkiye’de bu oran 1990′ların başında yüzde 18 civarındaydı. 1998 yılında ise yüzde 38′e çıkmıştır .
Rekabette teknolojik yeniliklerin ve buna bağlı olarak ar-ge’nin en önemli faktör durumuna gelmesi ve teknoloji üreten firmaların artık Türkiye’deki firmalara lisanslarını satmaması yada çok pahalıya satması nedeniyle, Türkiye’de de birçok firma kendi Ar-Ge departmanını kurmaya başlamıştır. Devlet tarafından verilen Ar-Ge teşvikleri de Ar-Ge yapan firmaların artmasında olumlu yönde bir etki yapmıştır .
1. AR-GE Faaliyetleri
AR-GE destek programları, 1990’ların ikinci yarısında Türkiye’de uygulamaya konulan en önemli teknoloji ve yenilik politikası araçlarından birisidir. AR-GE destek programları etkilerini uzun dönemde göstermektedir. Bu çalışmada mevcut olan en yakın sanayi verileri 1997 yılını kapsadığı için, programların tüm etkilerinin görülmesi mümkün olmayabilir, fakat bu çalışmada elde edilen sonuçlar, bundan sonra yapılacak çalışmalar için karşılaştırma yöntemi ile programın gelişiminin izlenmesini sağlayabilecektir. Bu nedenle, elde edilen sonuçları değerlendirilirken genellemelere gidilmesinden kaçınılması gerekmektedir. Bu bölümde, imalat sanayiinde AR-GE faaliyetlerinin yapısı ve AR-GE desteği alan firmaların özellikleri incelendikten sonra, AR-GE destek programlarının dolaylı ve dolaysız etkileri, katılımcı anketleri ve ekonometrik yöntemler kullanılarak tahmin edilmiştir.
Türkiye’de AR-GE faaliyetlerine ilişkin veriler, ilk defa sistemli olarak 1993 yılından itibaren DİE tarafından derlenmeye başlamıştır. 1993 yılında yapılan ilk AR-GE anketi ile 1991 ve 1992 yıllarına ilişkin veri toplanmış, daha sonra AR-GE verilerinin düzenli bir şekilde toplanmasına devam edilmiştir.
Türkiye’de firma kesiminin gerçekleştirdiği AR-GE faaliyetlerinin büyük bir kısmı imalat sanayiinde yoğunlaşmıştır. Hizmet sektöründe (bilgisayar hizmetler, vb) AR-GE faaliyetleri ancak 1990’ların ikinci yarısından itibaren kayda değer bir artış göstermiştir. Firma kesimi ARGE harcamaları 1991 yılında 169 milyon dolardan 1992 yılında 188 milyon dolara çıktıktan sonda düşme eğilimine girmiş ve ekonomik krizin yaşandığı 1994 yılında 116 milyon dolara düşmüştür. 1994 yılında dolar bazında AR-GE harcamalarındaki düşüşün bir nedeni Türk lirasının bu yıl büyük oranda değer kaybetmesidir. Fakat AR-GE harcamaları satın alma gücü paritesine göre hesaplandığında da 1993 ve 1994 yıllarında önemli bir düşüş gözlenmektedir. Bu dönemde ABD başta olmak üzere pek çok gelişmiş ülkede de AR-GE harcamalarında bir duraklama ve hatta düşüş gözlenmiştir. ARGE harcamaları 1994’den sonra artış eğilimine girmiş ve özellikle 1997 yılında ciddi bir artış gerçekleştirerek 296 milyon dolara ulaşmıştır (satın alma gücü paritesine göre 634 milyon dolar). Türkiye’de toplam AR-GE harcamaları, örneğin Amerikan firmaları ile karşılaştırıldığında çok düşük düzeyde kalmaktadır.
AR-GE faaliyetinde bulunan firma sayısı özellikle 1990’ların ortalarından itibaren hızla artmış ve 1997’de 408’e ulaşmıştır. AR-GE harcamalarında olduğu gibi AR-GE yapan firma sayısında da imalat sanayii büyük bir öneme sahiptir. Son yıllarda, bilgisayar hizmetleri sektöründe AR-GE yapan firma sayısındaki artış sonucu, hizmet sektörünün önemi kısmen artmıştır. AR-GE yapan firma başına AR-GE harcamalarının büyüklüğü, 1994’deki ekonomik krizden büyük ölçüde etkilenmiştir. Firma sayısına ilişkin veriler, 1994’de toplam AR-GE harcamalarındaki düşüşün, firmaların bu faaliyetten çekilmesi yoluyla değil, AR-GE harcamalarını geçici olarak kısmaları sonucu olduğunu göstermektedir. 1997 yılında imalat sanayiinde AR-GE yapan ortalama bir firma bu faaliyetleri için 756,000 dolar harcamıştır. Hizmet sektöründe ise ortalama AR-GE harcaması 841,000 dolardır. AR-GE faaliyetlerinin daha çok büyük bir kısmı (1997’de %71’i) “deneysel geliştirme”ye yöneliktir.
Uygulamalı araştırmanın payı yaklaşık %22 olurken, “temel araştırma”nın payı tüm dönem boyunca çok düşük kalmıştır. Bu durum, firmaların önemli bir kesiminde teknik/operasyonel sorunların çözümü ve mevcut ürünlerde yenileşme gibi amaçlara yönelik olarak AR-GE yapıldığına göstermektedir. AR-GE harcamaları içerisinde personel harcamaları, diğer cari harcamalar ve makine teçhizat yatırımlarının payı hemen hemen eşittir.
Sabit tesis yatırımlarının AR-GE harcamaları içerisindeki oranı genel olarak %10’dan az olmaktadır. AR-GE faaliyetlerinde çalışan personel sayısı sürekli bir artış göstererek 1991’de 2,278’den 1997’de 3,849’a (TZE) ulaşmıştır (Tablo 8.5). AR-GE faaliyetlerinde çalışan personelin sadece %18’i lisans üstü ve %32’si lisans derecesine sahip araştırmacılardır. AR-GE faaliyetlerinin %90’dan fazla bir kısmı firmaların öz kaynakları ile finanse edilmektedir.
Finansman kaynağı içerisinde ticari kuruluşların payı son derece düşüktür. Bu durum, AR-GE faaliyetleri için dış kaynak bulma zorluğunun bir yansıması olarak değerlendirilebilir. KİT’ler hariç kamu kuruluşlarının AR-GE finansmanı içerisindeki payı yavaş da olsa düzenli bir artış göstererek 1997’de %2.2’ya ulaşmıştır. Yurt dışı kaynakların AR-GE finansmanındaki payı çok küçük ve düzensizdir.
AR-GE faaliyetlerinin sektörel dağılımına bakıldığında, mühendislik sanayilerinin (metal eşya ve makina sanayilerinin) önemli olduğu görülmektedir.
AR-GE yapan işyerlerinin yaklaşık %50’si ve AR-GE harcamalarının %68’i mühendislik sanayilerinde bulunmaktadır. Kimya sanayii, AR-GE harcamaları içerisindeki %12.1’lik payıyla ikinci önemli sanayiidir. Diğer sanayilerin AR-GE faaliyetleri ve istihdamı içerisindeki oranı oldukça düşüktür. Diğer ülkelerde de olduğu gibi AR-GE faaliyetlerinin bu iki sektörde yoğunlaşması, sektörler-arası teknolojik fırsatların önemini göstermektedir .
2. AR-GE Politikası
Uluslara küresel gelişmeler karşısında rekabet etme şansını getirecek olan teknolojik üretim tarzı özgün üretimdir. Dış kaynaklı, patentli teknolojik bir ürünün ithali veya ülke içerisinde fason üretiminin yapılması, yerli sermayenin gelişmesini engellemekte ve ülkeye bir getiri ya da istihdam olanağı sunmamaktadır. Özgün bir teknolojik üretim yapısının kurulabilmesi için AR-GE politikalarının oluşturulması şarttır. AR-GE sonucu ortaya çıkan ürünler hem ulusal ekonominin gelişmesini sağlamakta hem de teknoloji ihracı yoluyla ülkeye rekabet şansı tanımaktadır.
Ulusal AR-GE politikasının temel bileşenleri günümüz koşulları dikkate alındığında şunlar olmalıdır :
• Teknolojinin satın alınabilir değil, üretilmesi gereken bir şey olduğu bilinci tüm ulusa kazandırılmalıdır.
• Türkiye’nin deprem tehlikesinden uzak Orta Anadolu bölgesinde kurulacak Teknokent içerisinde bakanlığın, bilişim ve teknoloji firmalarının bir araya gelmesi sağlanmalı, ülkenin bu her açıdan en güvenli bölgesinde devlet, üniversite ve sanayi işbirliği ile teknolojik üretim gerçekleştirilmesi, savunma sanayiinin desteklenmesi, açık ve gizli proje çalışmalarıyla ülkenin yeni çağda liderliğe oynayacak bir konuma getirilmesi hedeflenmelidir.
• AR-GE’nin uygulanacağı sektör seçilirken küresel konjonktür, ülkenin içerisinde bulunduğu ekonomik yapı ve tekno-ekonomik paradigmalar göz önüne alınmalıdır.
• Teknoloji stratejik bir değer olarak algılanmalı, yatırım planlaması yaparken bu bilinçle hareket edilmelidir.
• AR-GE için gerekli iş ve beyin gücünün sağlanması konusunda devlet-üniversite-özel sektör işbirliği uygulanmalıdır.
• AR-GE politikaları Bilim ve Teknoloji Bakanlığı bünyesinde hızlı işleyen bir bürokratik yapının kontrolünde olmalıdır.
• AR-GE politikaları uygulanırken dışarıdan yöntem ithal edilmemeli aynen ideolojisinde olduğu gibi ulusun kendi koşullarına uygun yeni bir yaklaşım tarzı benimsenmelidir. Ancak bunu yaparken yabancı ülke örnekleri son derece iyi incelenmeli dorular ve yanlışlar gözden geçirilmelidir.
• Firmalar kendi AR-GE ekipmanlarını oluşturmaları konusunda yönlendirilmeli ve desteklenmelidir. Her şeyi devletten bekleyen zihniyet aşılmalı, özel sektörün de kendi fikirleri doğrultusunda AR-GE yapması desteklenmeli ve bunun için gerekli önkoşullar sağlanmalıdır.
• Küçük yatırımcının büyük sermayeyle koordineli üretime geçmesi sağlanmalı ve KOSGEB gibi kuruluşlar etkinleştirilmelidir.
• Patent sistemi geliştirilmeli ve desteklenmeli. Benzer projelerin entegre hale getirilerek verimliliğinin arttırılması sağlanmalıdır.
• Dış kaynaklı teknolojik yatırımın da ülkeye girmesi desteklenmeli ancak ulusal sermayeye daha uygun rekabet imkanlarının sağlanarak birincil üretici konumunda yerli sermaye tutulmalıdır. Yabancı teknolojinin ülkeye girmesini izin verilmesiyle kalitenin arttırılması hedeflenmelidir. Böylece tekelleşmenin ve kalitesiz ürün sorununun önüne geçilerek piyasa ekonomisinin ulusal bilişim ve teknoloji sektörü üzerindeki yıkıcı etkisi ortadan kaldırılmalıdır.
• Bilişim alt alanları içerisinde donanımsal, fiziksel üretime nazaran çok daha fazla katma değere sahip olan yazılım sektörüne özel bir önem verilmelidir. Yetenekli genç beyinler bu alana kanalize edilerek devlet desteği bu yönde arttırılmalıdır.
• Bilişim ve teknoloji eğitimi özel olarak ele alınmalıdır.
3. Devlet, Üniversite ve Sanayi İşbirliği
Globalleşmenin sonucu olarak, üretim sistemlerindeki dönüşümün kaynağını oluşturan, yeni teknolojiler küresel ölçekte yaygınlık kazanmaktadırlar. Bir bakıma, gümrük duvarlarının ve geleneksel korumacılığın giderek kalktığı bir dünyada rekabet edebilmek için, yeni ürün ve üretim yöntemleri, yeni yönetim teknikleri ve yeni teknolojiler geliştirmeye yönelik yeteneklerin kazandırılması zorunludur. Bu da, sanayi kuruluşlarının ar-ge’ye verecekleri önem ile ilişkili olacak ve “Üniversite-Sanayi Ar-Ge İşbirliği” anahtar rol oynayacaktır.
Resmi olmayan üniversite-sanayi ilişkileri, her ülkede az veya çok yaygın ve etkili bir şekilde devam etmektedir. Şekilde, Üniversite-Sanayi ilişkilerinin çeşit ve kapsamı özetlenmektedir. İki kesim arasında işbirliği ağlarının kurulması ve geliştirilmesinde kişisel girişimlerin rolü küçümsenemez. Bu ağlar genellikle bölgesel kalkınma çerçevesinde başlamaktadır. Bu nedenle, uzun vadeli politikaların önemli bir hedefi sosyo-teknik toplumun kurulması ve geliştirilmesidir. Bunun için de, değişik sektör ve disiplinlerden kişilerin tanışmaları, karşılıklı motivasyonlarını, ilgi alanlarını ve sınırlarını anlamaları ve işbirliği ile sunulan imkanları ve karşılıklı yararları araştırmaları gerekmektedir. Sanayi ve akademik toplum arasında işbirliği ve iletişim genellikle resmi olmayan seviyede kişisel dostluklarla başlar. Bu başlangıçtan sonra yavaş yavaş resmileşir ve sonuçta resmi anlaşma evresine ulaşır. Amaç, bu tip gelişmeleri hızlandıracak sosyal, kurumsal, yasal ve yaklaşımsal etkenleri belirlemektir.
Bunların ışığı altında:
• Bilimcinin sanayiye yönelişini özendirmek ve teşvik etmek,
• Disipline değil, projeye dönük araştırmalara destek vermek,
• Grup ve ekip çalışmasını esas almak,
• Devlet desteğini rekabet öncesi temel araştırmaya yönlendirerek, uygulamalı araştırmayı sanayici desteğine bırakmak,
• Araştırma harcamaları için sanayiye uygun teşvikler sağlamak,
• Kesimler arasında karşılıklı içe kapanıklılığı gidermek,
• Araştırmalarda önceliklere göre ülke düzeyinde ve disiplinler arası koordinasyonu sağlamak,
• Kaynakların etkin kullanımını sağlayıcı tedbirler almak,
• Ülkemizin mevcut olanakları içinde kişisel, kurumsal ve ulusal motivasyonu katalizlemek,
• Sanayi kesimine, varlığını sürdürebilmesi için özgün teknolojinin mutlak bir zorunluluk olduğunu kanıtlamak,
• Üniversitelerde, bilimsel araştırmaların sanayiye ve iş hayatına aktarılmasına aracı olabilecek birimleri oluşturmak,
“Üniversite-Sanayi İşbirliği”ni harekete geçirmek için ilk aşamada yapılması gerekenler arasında görülmektedir.
SONUÇ
ARGE’de yetkinlik kazanmış İsrail, İrlanda gibi ülkeler toplumlarının refah seviyesini neredeyse üç katına çıkarırlarken, Türkiye yerinde saymış hatta düşürmüştür.
Diğer sektörler dünyadaki krizlerden etkilenip gelirleri ani düşüşler gösterebilirken, AR-GE krizlerden etkilenmeyip aksine kriz zamanlarında daha çok getiri sağlayan bir faaliyet alanı olmuştur. AR-GE’nin verimsiz bir yatırım olduğu, harcanan kaynağın boşa gideceği zihniyeti mutlaka terkedilmelidir. AR-GE yatırımlarına harcanan paradan, orta-uzun vadede (2-10 yıl arası) çok daha fazlasının geri döndüğü bilinmektedir.
“Ekonomik istikrar sağlansın, daha sonra AR-GE konularına eğilelim” yaklaşımı son derece yanlıştır. Türkiye’nin daha fazla beklemeye tahammülü yoktur. Türkiye’nin ekonomik istikrara giden yolu AR-GE’den geçmektedir.
Her onbin çalışan arasında araştırıcı sayısı Türkiye’de 11, Avrupa Birliği ülkelerinde 94; Gayri Safi Yurtiçi Hasıla içinde AR-GE’ye ayrılan pay Türkiye’de yüzde 0,63, Avrupa Birliği’nde yüzde 1,92; milyon nüfus başına düşen yıllık bilimsel yayın sayısı Türkiye’de 93, Avrupa Birliği’nde 613; Avrupa Patent Ofisi’nden alınan milyon nüfus başına düşen yıllık patent sayısı Türkiye’de bire bile ulaşmazken Avrupa Birliği’nde 135 olarak görülmektedir. Bu tablo aradaki farkın azaltılması için gösterilmesi gereken çabanın boyutunu ortaya koymaktadır.
Bilişim sektöründe AR-GE yeteneğini artırabilmek, geneldeki AR-GE yeteneğimizi artırabilmemiz ile doğrudan ilintilidir. Bunun için AR-GE’ye bakış açısı mutlaka değiştirilmelidir. Tüm üretim sektörlerinde ARGE kültürünün yayılması için çalışmalıdır. Ulusal AR-GE öncelikleri belirlenmeli ve Türkiye’ye uluslararası pazarlarda rekabet üstünlüğü sağlayacak teknolojiler geliştirilmelidir. TÜBİTAK tarafından yürütülmekte olan ve bu önceliklerin belirlenmesini sağlayacak Ulusal Teknoloji Öngörü çalışmasına konunun bütün taraflarınca gereken önem verilmelidir. AR-GE’ye dayalı tedarik sistemi geliştirilmelidir. Bilişim teknolojileri AR-GE’sinin özelliği sebebiyle, uluslararası standartlara uygun veya milli olması önem arzeden yazılım geliştirme faaliyetleri, ARGE faaliyetleri arasında değerlendirilmelidir. Ulusal yazılımevleri kurulmalı ve desteklenmelidir.
Türkiye’de üniversite sistemi yeniden yapılanmalı ve bu yapı içerisinde araştırma üniversiteleri desteklenmelidir. Sanayinin ihtiyacı olan teknolojik araştırma konuları doktora ve yüksek lisans tez konuları haline getirilebilmelidir. Türkiye’nin AB ile en etkin ve verimli olarak eklemleneceği alanlardan bir tanesi AR-GE’dir. Türkiye AB 6.Çerçeve Programı’na katkı payını yatırarak tam üye olmalıdır.
mevzuat.gov